31 Ocak 2011 Pazartesi

Yoğurdunu bensiz mi yiyecek?

Artık kızımı bırakıp okula gitme vakti geldi tabi bana da bunalımlar geldi. Elimde değil, kendimi bu sıkıntıdan kurtaramıyorum. Hep baş başa olduğum, dipdibe olup her ihtiyacına koştuğum kızımı haftada 3 gün yaklaşık 4’er saat bırakacağım yani haftada ortalama 12 saat ki bu da bir günün yarısı eder. Bu kadar ince hesap yapacak kadar kaybettim aklı başındalığı. Aslında 3 gün bile fazlaydı benim için, ben olayı 2 dersle tatlıya bağlayacaktım ne güzel ama danışman hocam son anda vazgeçirdi beni. Haklıydı da… İyice yarım yamalak olacaktı her şey, gözden çıkarmak zorundaydım bu vakti. Hemen şu kariyere dönüş kararı verdiğim yazımı okudum bu hislerden kurtulmak için ama olmadı, yetmedi beni bu sıkıntıdan kurtarmaya.
Tamam abartıyorum belki, düşününce haftanın 5 günü sabahtan akşama kadar bebeklerini bırakıp giden anneleri herhalde benim derdim çerez kalır. Ben anneyim ama öyle ya da böyle ister haftada yarım gün, ister 5 gün olsun ne fark eder ki yine de 3 gün bensiz yoğurt yiyecek hatta yiyecek mi? Planı yaptım aslında, programım hep öğleden sonra olduğu için kızıma öğlen yemeğini yedirip, uykusuna yatırıp çıkıyorum. Sonra babaannesi ona yoğurdunu yediriyor(?) ve ikindi uykusuna yatırıyor(?). İşte ipler burada kopuyor çünkü bu kız bensiz gündüz uykusunda hep mızmızlık yapıyor çünkü bugüne kadar bir-iki denemem oldu, hemen bozuldu ayarlar.
Bunlar gerçekten benim kalbimden geçiyor, gerçekten sırf ben olmadığım için yemeyeceği yemeğe ya da uyumayacağı vakte ciddi ciddi takılıyorum. İşte ben hep diyorum fazla takıntılı bir anneyim. Bunu biliyorum ama sıyıramıyorum kendimi bu düşüncelerden hatta sırf bu yüzden kendimi üzmekten. Azıcık daha rahat olabilsem keşke ama yine olmuyor. Geçenlerde bir gaza getirmiştim kendimi ve bir gün özgürlük ilan etmiştim ama o gün bir gündü ve bitecekti, biliyordum sonucu. Bu ise artık hayatımda bir devamlılık halini alacak hatta yapmam gerekenin en asgarisini yapıyorum. Eğer bu Master işini tamamlamaya niyetliysem daha da fazlasını yapmam gerekiyor. Hatta ve hatta süs olsun diye de yapmıyorum ben bu Master’ı ama niye böyle süs niyetine havası veriyorum kendime.
İdeallerim, hayallerim ne oldunuz? Nerelere gittiniz?
DertliyimL annelik beni benden aldı, bir türlü eski ben olamıyorum.

30 Ocak 2011 Pazar

Bebek ve (a)sosyal hayat

Kızım olmadan önce eve uzak ve dışarıya yakın mesafedeydim aslında fazla gezgindim de diyebilirim. Gezmeyi çok severim hem de o kadar çok ki herhalde eşimle dışarıda olmadığımız bir haftasonumuz olmamıştır olsa da çok nadir, haftaiçileri saymıyorum bile. Çok gezmişimdir, ondan başka bir yerde yaşamayı bile düşünemediğim şehir İstanbul’un altını üstüne getirmişizdir eşimle hatta İstanbul’u da bırakıp arada yakın şehirlere günü birlik kaçamaklarda yapmışızdır. Bebeğim olunca doğal olarak eve daha çok bağlandım hatta eskiye oranla bakıldığında çok ama çok az geziyorum.
Bebekten önce çocuk da yaparım kariyer de deyişim gibi çocuk da yaparım gezerim de, ben nereye o oraya diyordum. Ama anladım ki bu da hiç öyle olmuyormuş. Kızımla bir yere gitmek artık 6 ayı geçmesine rağmen benim için bazen işkenceye dönebiliyor. Bebeğini pusetine koyup dolaşan çiftlere bayılırdım her zaman tabi olayın iç yüzünü bilmezdim o sıra. O bebek, o pusette sorunsuz şekilde uzun süre durur mu? En azından benimki durmaz,  hele ki bir derdi varsa asla durmaz hatta etrafı sevimli sevimli seyrederken gözgöze gelirsek aaaa benim annem var neden onun kucağında değilim ben deyip yine durmaz. Böyle dememe rağmen kendimi çok kısıtlamadım bugüne kadar, bütün zorluğuna rağmen hep onunla koyuldum yola ama dün havlu attım, yorulduğumu hissettim. Kızım yaz bebeği olduğundan ilk zamanlar açık hava da yürüyüşler yapmıştık ama yeni doğmuş bir bebek sürekli uyuma modunda olduğu için temiz havayı görür görmez uyur giderdi. Oysa şimdi öyle her zaman uyuyan, iki oyalamacayla kandırılıp susan bir bebek olmaktan çıktı.
Havalar soğuk ve biz de bebekle AVM’ye gitme olayına pek sıcak yaklaşmıyoruz. Çok sıkılınca hadi bir açılalım diye gideriz arada. Hayatımın kıymetli 3 erkeği; babam, kardeşim ve eşim hadi beraber güzel bir yemek yiyelim dedik. Döküldük yola ama kızımın uyku saati de çok yakın olduğu ve şu sıra çok güzel kurduğum uyku düzeninin bozulmaması için en yakın AVM’ye gitmek istedim. Kızımın sürekli bir şeylerle oynamak isteyen, ilgi bekleyen, ben kucakta mutluyum bakışları atan hatta yemek siparişini verdikten sonra altını kirletip ağlamaya başlayan, bana güzelim yemeğim gelemeden bebek bakım odası aratan sonrasında da uykusunun gelmesiyle mızır mızır yemeğin ortasında kalkıp dolaşmak zorunda bırakan hali yediğim yemeğin ne olduğunu bile unutturdu bana. Ne yediğimden, ne de gezdiğimden bir şey anladım. Bir de etraftaki insanların bebek merakı var tabi, ah be kızım çok tatlısın biliyorum ama etrafta sürekli seni gözleyen gözlerden de sıkılıyorum bazen.
Düşündüm de bu hiç değişmeyecek galiba, kızım ne kadar büyürse büyüsün onunla dışarı çıkmak benim harcayacağım ekstra emek demek olacak. Şimdi her dışarı çıkışımda bir yemek sorunu, bir bez sorunu kesin oluyor yani hayat eskisi gibi elini kolunu sallaya sallaya şuraya gidelim deyip hooop gitmişiz bile demek değil artık. Anne olmak demek hayatından ödün vermek demek, o geldikten sonra hiçbir şey asla eskisi gibi olmayacak demek. Bebeğimden önce bunu tam idrak edememişim. Tabi bu yazı zorlukları üzerine olduğu için böyle, hiç mi güzel yanı yok hem de çok var. Bunları anlatırken gülerek anlatabildiğime göre galiba bu durumdan da zevk alıyorum ben.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Okuyorum, öyleyse varım!

Kitaplar olmazsa olmazımdır benim ama şimdilik olmazımdı demek zorundayım galiba. Küçük meleğim daha çok küçük ve ben ondan arta kalan zamanlarda ki bu sadece uyuduğu zaman oluyor evdeki işlerimi halletmekti, keyifti, internette takılmaktı, dinlenmekti derken şu sıra kitaba pek vakit bulamıyorum. Akşam onu yatırdıktan sonra da günün yorgunluğuyla yine kitap okuyacak beyin kalmıyor bende. Şimdilik böyleyim ama gazete, dergi vs. eksik bırakmıyorum kendimi. Sanırım okula da devam ettiğim için kızımdan kalan zamanlarda en yorulmuş halimle ders çalışacağım. Şöyle doya doya kitap okumayı öyle çok özledim ki hani kitap okumayı seven herkese olmuştur bu, bir kitaba öyle bir takılırsın ki o kitabı bitirmeden rahat edemezsin, ruhun huzur bulmaz hatta geçen saatlerin nasıl geçtiğini bile anlamazsın ve saate baktığında şok olursun. Ben bunu çok yaşamışımdır geçmiş zamanlarda aslında çok geçmiş sayılmasa da. Sanırım bir daha böyle bir kitap okuma zevki bana nasip olmayacak. Gerçekçi olmak gerekirse sürekli ilgime, sevgime ve bakımıma muhtaç bir kızım var artık ve devamında kardeş de olursa hayatımın uzunca bir kısmında ömrüm varsa tabi yaşayamayacağım bu aşkla kitap okuma zevkini. Kitap kurdu tabiri vardır ya o sınıfa da girmem yani keşke girebilseydim ama ortalama bir okuyucu olduğum söylenebilir.
Hal böyleyken kızımın da kitapları çok seven hatta benim birkaç adım önümde kitap kurdu bir insan olmasını çok istiyorum. Ama bunu zorla değil severek, zevkle yapmasını arzu ediyorum. O yüzden her şeyin en temelinden başlaması gerektiğine de olan inancımla onu şimdiden kitaplarla tanıştırıyorum. Ne yazık ki etrafımda daha 6 aylık bebek kitaptan ne anlar zihniyeti fazlasıyla kol gezse de benim buna inancım tam. Hatta ben yeni doğmuş bebek için bile ne anlar denmesinden nefret ediyorum çünkü bebeklerin her şeyi anladığına inanıyorum, kendi dilleriyle, kendi anlayışlarıyla. Her şeyden kendilerine göre bir şey anlıyorlar mutlaka ve o kıymetli atasözümüz “ağaç yaşken eğilir” den ilham alarak bu işin yolunda bulunuyorum. İşte sözü geçen yaş kimine göre 1,3,5 vs. olabilir ama benim için 6 aylık bir bebek fazlasıyla atasözündeki yaş sınıfına uygundur.
İlk kitabımız Fisher Price’ın eğitici aktivite bez kitabıydı:
Top, ördek, balık ve elmalar sayılarla ifade edilerek, çizimlerle örneklendirilmiş. Bir de şarkı söyleyen, sesini beğendiğim tatlı bir abla varJ 10’a kadar sayıyor amaç sayma kavramını öğretmek; 2 tane abla şarkısı, 2 tane de kısa müzik var. Bizim kız tek başınayken yemeyi tercih etse de ben yanında oturup kitabın sayfalarında parmaklarımla her şeyi işaret edip göstererek ayrıca gösterdiğim şeyle ilgili bir şeyler de anlatınca, hem parmağımı takip ediyor, hem de beni dinliyor. Bence bu işten keyif alıyor küçük hanım, hem  anne sesi mutlu ediyor hem  de daha dikkatli inceliyor. Henüz top, balık vs. kavramıyor olabilir tabi ama bunu zamanla göreceğiz bence mutlaka bir fark yaratıyordur bu.
İkinci kitabımızı da yeni aldık. Boomerang Gül Serisi 4. Kitap Evcil Hayvanlar:


Sesli ve bence harika bir kitap, hemen çocuk olmak istedim çünkü bana çok neşeli geldi. Kedi, köpek, muhabbet kuşu ve papağan sesleri var. Her biri Gül’ün hayvanları ve sabah yatağından kalkıp hepsine günaydın deyişi çizimlerle anlatılmış. Neden ilk olarak serinin evcil hayvanlar kitabını tercih ettim? Düşündüm ki kızımı bu hayvanların canlılarıyla tanıştırmam çok kolay olur. Hem canlılarını tanıtıp hem de kitaptan hikayeleyip seslerini de kavratırsam çok eğitici, eğlenceli olacağına inanıyorum.
Demek ki bundan sonra ben yine kitap okumaya devam edeceğim ama en çok kızımın kitaplarını.

28 Ocak 2011 Cuma

Anne(siz)likle Sınanmak

Şimdi en derin yalnızlığımla yazıyorum bu satırları. Dünyanın oyalamacası içinde dönüp dururken insan bazen anı kaçırıyor aslında. İşte o anda takılı kalabilse insan en azından bir süre. Yaşadıklarından çok yaşayamadıklarına pişman ediyor hayat belli bir süre sonra. Keşkeler düğümleniyor boğazında ve keşke diyor hiç bitmeseydi de o an, ben bugünü görmeseydim. Hayattan bunu en tatlı en şefkatli tokatıyla öğrenmişlerdenim ben ya da öğretilmişlerden. Çünkü inancım sağlam bilirim ki Allah kuluna acı vermek için yaratmamıştır sadece sınamak için ve o sınandığı şey her neyse sabrını görmek için. Sınandım çokça sınandım bu sıra. Ama en büyüğü annesizlikle sınanmaktı herhalde. Annesiz bir annelikle hem de. İkisi birleşince öyle vahim bir durum oluyor ki ama biliyorum sabır lazım. Sabır lazım ki gitmek zorunda olan anı uğurlayabilesin. Anladım ki annemle yaşadığım, ona dair hatırladığım en güzel gün bile bugünkü yokluğunun acısını unutturmaya yetmez. Anladım ki annesiz bir taze annelik her kulun başına gelmez.  İnsan annelikle öğreniyor anneyi, annelikle yazıyor yeniden annesinin tarifini. Ve eminim o yazdığı anneliği okudukça, bambaşka oluyordur annesiyle anneliği. Bu duygunun eksikliği, bunu hissedememiş olmanın yoksulluğu duracak hep bir tarafımda. Yokluğa çare anılar da ya hiç yaşanmamış anılar... İşte o yaşanmamışlıklar daha bir acıtıyor ama daha da bir güçlü kılıyor insanı. Tarifi güç, yaşanmadan anlaşılamaz ama işte o en derin sızı aslında ellerinden sımsıkı tutup ayağa kaldırıyor seni. Bana tam olarak böyle oluyor daha bir güçlü, daha bir dik ve evladına sarılırken sadece bir annenin şefkatiyle değil annesiz bir annenin ihtiyacı olan şefkatle sarılıyor insan.
Galiba “inşirah” yani bir yönüyle ferahlık da buradan geliyor. Ve yine galiba öyle bir an geliyor ki insan yaşadığı acıya şükrediyor.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Kendi kendine UYANMAYAN bebek

Şimdi herşey yolunda olmasa bu yazıyı farklı bir duyguyla yazıyor olabilirdim ya da yazamıyor. Kızıma sımsıkı sarıldım, öptüm, kokladım ve çok mutlu oldum. Anlatacağım ama komik miyim ben? çok mu abartıyorum? çok mu paniğim?
Kızım genelde akşam 08:30 civarı uyur. Uyur ama mutlaka da uyanır bir ya da iki defa, tam çayım/kahvem elimde keyif yapmaya başlarken odadan mızırık sesleri gelir, yanına gider pışpışlarım ve uyumaya devam eder. Bir de şu gece beslenmesini bırakma olayımız var hala tam muvaffak olamadık aslında. Bizim küçük hanım henüz 8 saatten fazla aç kalmaya dayanamıyor. Babaannesine gittiğimiz günlerde uyku saati 10’a uzayabiliyor ve son beslenme 10’da olunca saat 6:00 gibi tekrar yiyor. Ama böyle erken yatınca saat 3 civarı uyanır ben de suyla falan tekrar uyutup geçiştiririm ya da çok zorlarsa geçiştiremem.
İşte dün bu sistem böyle işlemedi. Saat 8:30’da sütünü içip yatan kızım hiç uyanmadı, mızırıklanmadı hatta yanına gidip kontrol ettim ara ara herşey yolunda mı diye. Sevindim uyanmadığına tabi uykular yoluna giriyor dedim. Gece oldu hala ses yok ve uykuya devam ediyordu. Bende yatıp uyudum ama tabi bu sessizliğin altından en geç saat 3’te büyük bir ses çıkmasını bekleyerek uyudum. Bir ara kendi kendime uyandım ve her zaman yaptığım gibi ki ben bunu annelikten sonra başarıyla yapabiliyorum, kafamda dinlenmişlik/yorgunluk oranımı hesaplayıp ortalama saati tahmin ettim. Kendimi gayet dinç hissediyordum aslında ama olamazdı çünkü bu kızın uyanmış olması lazımdı. Saate baktım 5 ve kızımdan akşamdan beri ses yok, o an ki paniğimi anlatamam. Kızıma baktım hemen nefes ve ateş kontrol tabi ki sonra battaniyesini falan düzeltip çekiştirdim, kımıldandı ama uyanmadı. O panikle eşimi uyandırdım ve o da sakin bir şekilde panik oldu. Sen sütünü hazırla öyle uyandıralım dedi. Bense heyecanla hayır uyansın da ağlasın biraz, ağlamasını duymak istiyorum dedim. Şimdi düşünüyorum da ne garip bir istekmiş bu. Ama anneyim ben, kızımda normalin dışında bir durum görünce panik olmam da normal. Kızımı bir şekilde uyandırma çabasına girdik ama korkutmak da istemiyorduk. Kapı sesi, çıt çıt, pıt pıt uyandı sonunda bizim kuş. Hemen kucağıma alıp sımsıkı sarıldım o da babasına gülücükler attı bu arada. Hayırdır ne oldu der gibi bir hali vardı. Sonra ağladı biraz ve ağlaması bana inanılmaz huzur verdi hatta o hep gecenin bir yarısı beni uyandıran kızım hiç gitmesin aman yeter ki uyandırsın da kızım iyi olsun dedim içimden. Sütünü içince tekrar uyudu ve her zaman sabahın köründe uykumu mahveden kız saat 8 olmasına rağmen uyanmayarak bana aynı paniği yaşattı. Hatta öyle ki eşimle doktora götürmeye bile karar vermiştik. Kızımın uykusu 12 saati bulmaz ki mutlaka kendi kendine uyanır çünkü, neydi bu dün akşamdan beri olan uykuya düşkünlük. Önceki gün de gündüz uykularını gayet iyi uyumuştu acaba yedirdiğim bir şey mi dokundu diye düşünmeye başladım. Derken kendisi uyandı bebeğim ve her zamanki modumuzda devam ettik.
Bu çocuklar uyumasa bir dert uyusa bir dert zaten bana her şey dert. Hatta fazlasını da söyleyeyim sabah uyanmadığı için doktoru bile aradık. Doktor da bebeklerde bu gibi durumlar olabilir gayet normal eğer gün içinde sürekli uyumaya devam ederse getirirsiniz dedi. Bu arada uyanmama olarak kastettiğim şey, ben uyandırsam uyanıyor yani çocuk baygın falan değil uyuyor işte ama kendi kendine uyanmaması problem. Çok ilginç kendi kendine uyumayan bebek probleminden sonra kendi kendine uyanmayan bebek problemi de geçti herhalde tarihe. Yine de bu uykuya düşkünlük sebepsiz miydi? yoksa bir sebebi var mıydı? ya da bir sebebi olmalı mı? bilemiyorum. İşin esprisi bir yana çok korktum hem de çok. Sonuçta kızımda rutinin dışında bir durum vardı, annelik içgüdüsüyle böyle davrandım ve bence doğru olanı yaptım.
Offfff annelik…..

25 Ocak 2011 Salı

Sağlıklı Besle(n)me Savaşı

Kızımın beslenmesine önem veriyorum hem de çok. Kendi beslenmemi onu düşündüğümün yarısı kadar düşünmüyorumdur belki. Hele ki artık tükettiğimiz besinlerde yer alan zararlı kimyasal maddelerle ilgili onca haber piyasaya da dolaşırken, kanserojen gıdalar bu kadar gündemdeyken ve bir genetikçi olmama rağmen tamamen karşısında olduğum genetiği değiştirilmiş organizma illeti her yanımızı sarmışken. İnsanlığın kendi kendini yok edeceğine inananlardanım ben. Son yıllarda kanser oranı nasıl bu kadar arttı; elbette ki her yediğimiz, her içtiğimiz bu kadar yapaylaşmışken, havaya karışan kimyasallarla atmosferi gitgide mahvederken hatta giydiklerimize varana kadar bu zararlı maddeler işlemişken aksi düşünülemez. Çok söylenen bir söz ama çok gerçek aslında, nasıl bir dünyaya çocuk getirdik biz? Teknolojinin zararlarını saymıyorum bile.
İşte gerçekler bu kadar ortadayken, insan daha bir titriyor çocuğunun beslenmesine. En azından ona gelecek zararları minimuma indirme çabası bu çünkü sıfıra indirmek zaten bir hayal. Nurefşan ek gıdaya başladığından beri bende bir telaş var. Her haftasonu onun için özel olarak organik bir alışveriş yapılıyor mutlaka. Organik gıdalara da artık güven kalmadığı vs. söylenedursun ben yinede kötünün iyisi deyip vazgeçemem bu organik işinden. İçime hiç sinmiyor normal markette ya da pazarda satılan sebzeler, o bütün boyları birbirine denk olan havuçları gördükçe deli oluyorum. Hele bir de yaz sebzesi olduğu halde kabak, domates vs. alıp bebeğine yedirenler olduğunu duydukça ürperiyorum. Konu bebek olunca üzerine konuşulacak çok şey var aslında. Aldığımız mamalara bile ne kadar güvenebiliyoruz. Sırf daha iyi olduğuna inandığım için, sırf en azından açıklamaları daha inandırıcı geldiği için belki de, en pahalı markanın en iyi olduğu söylenen ürünlerini alıyorum.  Dün bir TV kanalında Erkan Topuz’un artık anne sütünde bile kurşun olduğunu açıklamasıyla anladım ki bu işten kurtuluş yok. Her şeyin üstünde ve en değerli gıda olan anne sütünde bile artık varsa bu risk gerisini düşünmek bile istemiyorum. İşte bu karamsar tablonun içinde olabildiğince iyiyi, doğruyu bulmaya çalışıyorum.
Kızıma en emin olduğum yerden alıyorum eti. Buzluğa küçük küçük poşetler halinde stokluyorum artık. Bir de kemik suyu meselesi varmış onu da yeni öğrendim. Şöyle ki kemiğin suyunu buz kalıpları halinde stoklayıp kullandıkça çorbalara atıyormuşuz. Bunu da en kısa zamanda hayata geçireceğim. Gerçi artık etler üzerindeki söylentiler bile yıpratıyor beni.
Durum pek iç açıcı olmasa da, içime en sinen şekliyle beslemeye çalışıyorum bebeğimi. En azından bu işi en az zararla atlatmaya çalışıyorum. Şimdiden böyleyim de ilerde çikolata, şeker, aburcubur tanımaya başlayınca ne yapacağım bakalım. Ben tanıtmasam da bir şekilde etrafından tanımayacak mı ama şimdiden bunu düşünüp beynimi yormak istemiyorum, onu da vakti gelince düşünürüm.

23 Ocak 2011 Pazar

Aşı Sendromu

Kızım 3 gün önce 6. ay aşılarını oldu. Daha önceki aşılarda ateş, huzursuzluk, uykusuzluk vs. yaşayınca bu aşılarda da aynı şeyleri yaşamayı hatta buraya yazacak epey bişeyler çıkacağını sanıyordum. Geçen sefer şurupla çare bulamayıp fitil de vermek zorunda kalmıştık. Çok şükür yanılmışım bu defa çünkü kızım aşıdan kaynaklı bir problem yaşamadı.
Aile hekimliği sisteminden sonra ilk kez gittik sağlık ocağına. Hem doktorumuz, hem hemşiresi o kadar tatlılardı ki, kızıma büyük bir sempati ve sevgiyle yaklaştılar. Muayenesi yapıldı önce ama kilosu tartılırken küçük hanımı tartıda sabit tutmak imkansızdı. Elleri ayakları oynuyordu, elini koysak ayağını çıkarıyor ayağını koysak elini... hatta tartının yanındaki boy-kilo tablosunu da duvardan aşağı indirerek bugüne kadar ki en büyük yaramazlığını yaptı. Hala düşünüyorum nasıl başardı o tabloyu indirmeyi diye. Kilomuz-boyumuz-başımız:) her şeyimiz normal çıktı çok şükür. Hemşiremiz çok neşelisin ama birazdan aşıları görünce ne yapacaksın bakalım falan diyordu kızıma. Kızımsa biraz ağladı ama en azından ortalığı yıkmadı, dayısının bir iki oyunuyla unuttu acısını. Ben çok büyük tepki bekliyordum çünkü kızımı ilk aşısına götürdüğüm zaman 6 aylık bir bebeğin aşısı vardı bizden önce ve o bebek o kadar çok ağlamıştı ki bir türlü susturamamıştı annesi.
Biri ağızdan tam 4 tane aşı, bir bacağa iki tane aşı hatta. Bu kadar çok aşıyla minicik bebeğe yüklenilmesi ne kadar doğru bilmiyorum. Her şey sağlık için ve bu aşılar çok önemli aşılar ama bir anda bu kadar aşıyı bünyelerinin kaldırması kolay olur mu diye düşündüm. Ama bizimki maşallah(!) hiç aşı olmamış gibi rahat olunca demek ki oluyormuş dedim. Yine de eminim bunun sıkıntısını çeken çok bebek vardır.
Bir dahaki aşımız 1 yaşında yani uzun süre aşı sendromumuz yok. Sendrom diyorum çünkü bir anne için bir yandan bebeğinin bacağını zorla tutup, bir yandan onun aşılanmasına tahammül etmek ve aynı zamanda onun gözyaşlarına dayanmak çok zor. İlk aşısında bende ağlamıştım onunla beraber ama artık deneyimli anneyiz tabi sakin karşılıyoruz bu durumları:)

22 Ocak 2011 Cumartesi

Ben Annemin Delisiyim: Ben bir oyun buldum anne

Annecim hep sen mi yazacaksın, hep sen mi beni anlatacaksın. Biraz da ben seni anlatayım. Geçenlerde yine oturttun beni ve biberonumu verdin ağzıma. Annecim elimle tutmaya çalışıyorum ama senin bana verdiğin biberonda hem cam hem ağır, kaldıramıyorum ki onu ben daha. Halbuki küçük su bardağım var ya onun gibi olsa sütümü de suyum gibi kendim içerim artık. Ama sen bana biberonumu vermeye devam et çünkü ben biberon hastasıyım biliyorsun.
Neyse işte dağıttım konuyu yine senin gibi. Biberonumu ağzıma verdin ve ben yarısına gelmiştim ki elimle biberonu itip kahkaha attım. Beni öyle görünce sende kahkaha attın. İşte ben de dedim ki, annem çok sevdi en iyisi ben bunu hep yapayım. Sen biberonu getirirken, içecekmiş gibi ağzımı açıyorum ver diye sonra elimle itip gülüyorum. Bu oyun çok eğlenceli son iki gündür bunu hep yapıyorum. Ama sen sevmedin bu oyunu galiba artık hiç gülmüyorsun. İlk güldüğüne de pişman oldun galiba, yemeğimi yemek yerine oyun yapıyorum diye kızıyor musun bana. Sen bana kızmazsın kiJ Kusura bakma ama hiç disiplin yapamıyorsun, yemiyorum o ciddi duran hallerini, kızgın bakmaya çalışırken bile gözlerin parlıyor bana. Ben daha çok oyun bulurum böyle kendime ama artık bırakmalıyım dimi bu oyunu. Özellikle elimi tutuyorsun artık biberonu itmeyim diye. Bazen özellikle babama veriyorsun biberonu, al sen yedir bu cadı benimle oyun oynuyor diyorsun. Anlamaz mıyım anlıyorum ben hepsini. O da ciddi durup, yüzüme hiç bakmıyor içerken çünkü biliyor ki baktığı an ona da aynı şeyleri yapacağım.
Canım annem sana gülüyorum, seninle oynuyorum, yalnız olduğumuz zamanlarda sen hep yanımda ol diye sen yanımdan uzaklaşır uzaklaşmaz ağlıyorum çünkü seni çok seviyorum.

21 Ocak 2011 Cuma

Anne araba sürsün mü, sürmesin mi?

Bugün kızımla yine bir macera yaşadık. Bazı şeyleri deneyimleyerek öğrenmek gerek, her şey teorik olmuyor. Zaten bu annelik başlı başına bir deneyim, hatta anladım ki her anne kendi teorisini kendi bulmalı, kendi oluşturmalı bu annelik işinde.  Kızımın aşı günüydü bugün, o meşhur 6. ay aşıları gelip çattı. Ama ben bu aşı mevzusunu bir başka yazımda ele alacağım. Arabayla yaklaşık 45 dk. lık bir yolumuz vardı. Sağlık ocağı da size ne kadar uzakmış demeyin, hikayesi uzun. Önce kızımla yalnız gitmeyi düşünüyordum ama sonra hani hep içimde beni yönlendirmeye çalışan bir ses var ya, işte o sesin yönlendirmesiyle aman yalnız gitmeyim dayısını da alayım dedim. İyi ki de almışım.
Giderken ben sürdüm. Kızım arkada yalnızdı, usluydu hatta arada uyudu uyandı ama hiç sesi çıkmadı. Hatta ben bu iş çok kolaymış yalnız da gitsem olurmuş demeye başlamıştım içimden. Ama dönerken dayısı sürdü ve ben arkaya kızımın yanına oturmak istedim. İyi ki de oturmuşum. Kızıma dönüşte, yolun yarısında bir huysuzluk geldi ama ne huysuzluk. Aşıdan olamaz diye düşündüm çünkü daha yeni aşı olmuştu, aç değildi zaten yeni yemişti. Altını batırmıştı ama eve kadar sabredebilirdi, yolu yarılamıştık zaten. Ama iyice delirmeye başlayınca arabayı TEM’in ortasında sağa çektik. Bir de baktım ki, her yeri batmış… kıyafetleri, her şeyi. Baştan aşağı temizledim, kıyafetlerini değiştirdim, hanımefendiyi pakladım ve oturttum koltuğuna. Yolumuza devam ederken de uykusuzluk mızırtısı çöktü küçük hanıma, mızır mızır eline bir şeyler verip zor oyaladım eve kadar.
Bütün bunlarla, başlıktaki sorumun cevabını buldum. Şimdilik anne sürmesin arabayı ve yalnız kalmasın küçük hanım. Tek başıma olsaydım ne yapardım bilemiyorum. Yine yapardım bir şekilde ama yol bana da kızıma da daha bir eziyet olurdu. Bir arabada annenin yeri bebeğinin yanıdır. Biz de kural bu şimdilik, biraz daha büyümesi lazım küçük hanımın.

Odasını ayırmak çok zor

Kızımla doğduğundan beri aynı odada yatıyoruz. Artık 6 ayı geçti ve acaba odasını ayırsam mı sorularıyla boğuşuyorum bugünlerde. Şimdi ayırdım ayırdım eğer ayıramazsam iyice farkına varınca ayrılmak istemeyebilir belki. Ama yine de ben bu ayrılık fikrini hiç sevmedim. Kızımı gece boyu yalnız bırakmak fikri beni pek açmadı. Dün gece şöyle bir deneyecek oldum, sanki hissetmiş gibi uyandı ve kucağımda uyudu bir süre. Sanırım o da bırakmamı istemiyor. O değil de zaten ben buna hazır değilim galiba. Hep problem ayrılmayan çocuklar olur genelde ama bu sefer ayrılmayan anne problemi var. İçim rahat etmez ki çünkü alışmışım gece boyu onun arada uyanıp sesler çıkarmasına, bazen kalkıp yorganı nasıl nefes alıyor mu diye bakmaya, uyku halimin içinde onun uyanıklığını yaşamaya. Sanki şimdi ayrı bir odada yatarsa onu bu kadar iyi hissedemeyecekmişim, bir sıkıntısı olsa gideremeyecekmişim gibi geliyor. Tamam sesini duymazsam diye bir problem yok, geçenlerde sırf bunun için bebefon almıştım. İyi, güzel, sesi hemen geliyorda canlısı gibi olmuyor ki. Bu olayı da fazla duygusallaştırdım galiba ama içimde bir ses en az 1 yaşına kadar ayrılmamayı söylüyor bana. Şimdilik böyle iyiyiz diyorum, yarın yine mantık devreye gire-bili-rse durum değişebilir çünkü şuan mantık devre dışı.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Kızım bana deli oluyor

Çok sevdiğim ve aramızda gizli bir bağ olduğuna inandığım bir arkadaşım 10 gün önce doğum yaptı. Biz de bugün kızımla dünya yakışıklısı (maşallah!) bebeğini görmeye gittik. Onu görünce kızım gözüme o kadar büyük geldi ki, hatta şöyle bir düşündüm benim kızımda bu kadar minikti diye. Ne çabuk büyüyorlar bunlar, o en bebek halini şimdiden çok özledim.
Hiç bilmediği bir eve, hiç bilmediği insanların arasına daha önce de gitmiştik ama kızım bugün bunu tam olarak algıladı. Artık kendisine yabancı olan bir yere gidince anlıyor küçük hanım hatta tanımadıklarının kucağında ağlıyor. Kızımı genelde ya kucağımda ya da tam ayağımın dibinde ana kucağında oturttum ama zaman geçtikçe bu ona yetmedi. Kendisine bir bakıp, bir ilgilenmem için hareketlenmeye başladı. Bende doğal olarak sohbet içerisindeydim ve ne zaman gözlerine baksam kahkahayı basıyordu. Her defasında aynı gülüş, bakıyordum ya da gülümsüyordum hemen kahkaha atıyordu. Hatta arada birilerine bırakıp başka bir yere yönelsem, beni görür görmez yine o muhteşem gülüşünü elleri ayakları oynaya oynaya yapıyor ve beni kucağına al diye çırpınıyordu. Bana güler, beni tanır ama hiç böylesine bir şey yaşamamıştık bugüne kadar. Tam anlamıyla bir anneci oldu. Aynı şeyi evde de denedim, önce ilgilenmeyip sonra gözlerine bir bakıyorum sevinçten deliriyor. Bu o kadar hoşuma gitti ki anlatamam.
Aslında kızımı sadece 1 ay emzirebilmiş olmak içimde hala bir yara. İlk zamanlar kızımı emziremediğim için psikolojim bozulmuştu. Emzirmeyle anne-bebek arasında kurulan derin bağ, bebeğin annesinin kokusunu tanıması, anne memesinde kendinden geçmesi vs. bunlar olmayınca kızımla tam bir duygusal bağ kuramayacağım diye paranoya yapmıştım. Beni annesi olarak bilir mi, 3 gün bırakıp gitsem bana hiç ihtiyaç duymaz hatta beni kesin unutur diye kendimi üzmüştüm. Anladım ki, anne öyle ya da böyle annedir. Kızımın bana olan derin bağını hissediyorum ve onun için artık yerimin farklı olduğunu da. Emzirmek muhteşem bir şey ama emzirseydim de ilişkimiz farklı olmazdı herhalde. Kızım bana deli oluyor ve ben zaten kızımın delisiyim:)

18 Ocak 2011 Salı

Annelik Takıntılı Bir Durum

Ben artık anneliğin biraz da takıntılı bir durum olduğunu düşünmeye başladım ama takıntılılığın en güzeli bu olsa gerek. Neden böyle düşündüm peki? Çünkü annelikle birlikte değişen duygu dünyam, düşüncelerim, bakış açım ve kazandığım yeni yeni huylar hatta bazen kendimi tanıyamamam beni artık buna inandırmaya başladı.
Annelikle beraber insan inanılmaz bir sevgiyle tanışıyor önce. Yeryüzünde hiç kimseye duyamayacağı kadar büyük bir sevgi ve eğer kocama aşığım diyorsa bir insan, evlat sevgisi aşkında ötesinde bir şey. Böylesine sevmek, görür görmez bağlanmak, asla vazgeçemeyeceğini bilmek, ilk görüşte aşkın ne demek olduğunu derinden hissetmek, onun her üzüntüsüyle ondan fazla üzülüp her sevinciyle ondan fazla sevinmek… işte bütün bunlar bence normalin çok üstünde duygular. Üstelik bu duyguları sadece anneler hissedebiliyorsa eğer anneliği ayrı bir kulvara almak gerekiyor.
Peki ya annelikle beraber insana gelen paranoyaklık. En ufak bir şeyde ortalığı velveleye vermek, bir ağlaması için en az beş tane sebep üretebilmek, yaptığı hareketleri neden yaptığını, yapmadıklarını neden yapmadığını sürekli sorgulamak, hep acabalarla yaşamak, her an gözetim altında tutup üzerinde derin derin düşünmek… ben ki hayatımda paranoyaklığın ucundan geçmemiş, son derece rahat, takıntısız insan bile gerçekten artık kendime inanamıyorum.
Bir de mükemmeliyetçilik takıntısı var tabi. Hiç kimsenin mükemmel olamayacağını bilir insan. Herkesin hataları, fazlaları, eksikleri vardır. Herkesin çok iyi olup çok da kötü olduğu bir şeyler vardır mutlaka. Ama bir anne bu gerçeği ne kadar bilse de hep çocuğunun en iyisi, en mükemmeli olmasını ister. Her anne kendini mükemmel bir insan evladı yetiştirmeye aday görür. Eminim herkes karakteriyle, zekasıyla, davranışlarıyla son derece düzgün bir insan yetiştirmek ister. Ben böyleyim en azından bunu biliyorum. Ama şöyle mantıklı düşünüldüğü zaman her yönüyle dört dörtlük bir insan yetiştirmenin pek de mümkün olmadığını ve mutlaka ki her insanın bir yerlerde eksik olma ihtimali olduğunu bilir insan. Bir kere şöyle kendine bakıp düşününce bunu görmemek mümkün değil. Ama işte annelik ve ben yine de buna inanıyorum, çabam hep bu yönde olacak.
Bir insanın yediğini, içtiğini, giydiğini kendinden fazla düşünmektir annelik. Bazen akşam ne yemiştim diye düşünür insan hatırlayamaz ama çocuğunun ne yediğini asla unutmaz. Çocuğuna ne yedirmesi gerektiğini her ayrıntısına kadar hesaplar, ince ince düşünür alması gereken vitaminleri. Hatta bazen o kadar pimpirikli olur ki her yedirdiğinin ne kadar sağlıklı olduğunu sorgulamaya başlar. Aman organik olsun der, aman evde hazırlamak daha sağlıklı der ve dışarıdan hazır olarak aldığı her şeyin içindekiler kısmını mutlaka okur ve bu da aslında bir takıntıya dönüşür yavaş yavaş. Kızımın yiyeceğini düşündüğüm kadar kendi yediklerimi düşünmem, eğer kendi yediklerimi de onun ki kadar düşünmeye başlasam başımdan dumanlar çıkmaya başlar, imha olurum. Bir de giydirme olayı var tabi, onun giydiği her şeyin sağlıklı olması, sağlıklı yıkanması ve hava koşullarına göre en iyi şekilde giyindirilmesi… yine onun giyimini düşündüğüm gibi düşünmedim hiç kendimi bugüne kadar. Ama hatırlarım annem de her dışarı çıkışımda hava soğuksa sıkı giyin diye koştururdu peşimden, atkı falan tutuştururdu elime. İşte şimdi çok iyi anlıyorum onu.
Bir anne çocuğuna aldığı her oyuncağı sorgular. Sağlıklı bir ürün mü diye düşünür önce, zeka gelişimine faydası nedir diye hesaplar. Bir oyuncak seçerken bile o oyuncak üzerinde böylesine düşüneceğim hayalimden geçmezdi.
Bütün anneler böyle midir bilmiyorum, belki de herkes bu kadar takmıyordur. Ama benim gibi olanlar da vardır mutlaka belki benden daha fazla takıntılısı da. Sonuçta; bu benim anneliğimJ

17 Ocak 2011 Pazartesi

Gece Beslenme(me)si

Bebeklerde gece beslenmesinin 6 aydan sonra bırakılması gerektiğini pek çok yerde okudum. Gece uyanmalarının artık açlıktan değil alışkanlıktan olduğunu, özellikle biberonla beslenen bebeklerde diş çürüğüne yol açacağını, uyku sırasında sindirim sisteminin çalışmasının uyku sağlığını etkilediğini, uyku düzeni açısından da bunun gerekliliğini çünkü 6 aydan sonra 10-12 saate kadar aç kalabileceklerini vs. ezberledim.
Kızım da her gece saat 2-3 civarı kalkıp yeme durumu vardı. Tabi burada kullandığım geçmiş zaman eki 3 gün öncesi için fazla erken bir geçmiş oluyor ama neyse. Bu uyku arası beslenmesi de yukarıda saydıklarımdan dolayı hep kafama takılıyordu ama kıyamıyordum meleğime. Her defasında yediriyordum ve yer yemez de uyuyordu. Ama son günlerde bu yeme ve uyuma sonrası kızımda sık uyanmalar olunca acaba dedim. Yediğini sindirme problemi ya da gaz problemi yaşıyor da ondan mı sürekli uyanıyor. İyi ki de düşünmüşüm bunu ilk kez bir kere de doğru tespit yapabildim. Genelde her sorunu önce bir diş olayına bağlarım, sonra yediği bir şey dokundu kesin derim, sonra hasta mı ateşi var mı falan diye düşünürüm yani her türlü olabilecek ya da olamayacak ihtimal geçer kafamdan. Bir kere de doğru tespit yapınca annelik yolunda başarılı adımlarla ilerlediğimi fark ettim, takdir ettim kendimi. Kızıma geceleri uyandığında mama yerine su verdim zaten suyu da azıcık içip bıraktı ve yatağına koyunca iki üç pışpışlamayla uyudu gitti. Ben şaşırdım önce tabi, bu işte bir yanlışlık var olamaz falan dedim. Başımı yastığa koyduğumda birazdan uyanıp ağlayacağına, o gecenin bana zehir olacağına şartlamıştım kendimi ama bir uyandım ki kızım mızırdıyor ve saate baktım 6:00. İnanamadım önce, sonra bir daha ki geceyi bekledim sabırsızlıkla ve yine aynı şeyleri yaşayınca anladım bütün sorunun gece yarısı ona verdiğim koca biberon mamadan olduğunu.
Teoriye göre doğru yoldayız, eğer ki bebeğim ne de olsa mama yok ben boşu boşuna gecenin bir yarısı uyanmayım deyip deliksiz uykuya geçerse bu teori bizim için kanun olacak;)

Dikkat! Öpülmez!

Toplumumuzun genelinde yanak yanağa öpüşme, kucaklaşma geleneği vardır. Hatta bunun için samimi olmaya bile gerek yok, bazen içinde bulunduğunuz toplulukta kim olduğunu bile bilmediğiniz biriyle merhabalaşırken öpüşüp kucaklaşılır. İşte ben de hiç sevmiyorum bunu mümkünse en yakınlarım dışında kimseyle öpüşmesem ben, bir tokalaşıp merhaba deyip geçsem. Ama toplum baskısı varJ sana kucağını açmış, yanağını uzatmış birine de geri çekilip hareket yapamıyorsun ki yani bu da direk yadırganır. Yadırganırsa yadırgansın umurumda değil de demek çok zor. İşte pek hazzetmediğim bu durumla sürekli karşılaşıyorum ve kendimi karantinaya almadığım sürece de epey karşılaşacağım anlaşılan.
Ben kendimden vazgeçtim de kızımı rahat bıraksınlar. Konu kızım olunca hiç umurumda olmaz yadırganmak. İsteyen istediğini düşünmekte özgür hatta bana gıcık olabilirler, itici bulabilirler hiç takmam, takmıyorum zaten. Hangi ortama kızımla girsem orda onu öpmeye aday birileri çıkıyor mutlaka. Ya nedir bu bebek öpme aşkı. Öpmem hiç kimsenin bebeğini öpmem. Ne öpüp annesini rahatsız ederim, ne de taşıma ihtimalim olan mikropları ona bulaştırırım. İşin için de mikrop olmasa bile ne gerek var ki küçücük pürüzsüz yüze öpücük kondurup onu rahatsız etmeye. Kendi kızımı öperim hem de deli gibi, yutarım onu ama o benim kızım ve eminim annesinin ona vereceği kısa süreli (uzun da diyebiliriz) rahatsızlıktan mutsuz olmaz. Hatta bu rahatsızlık ona keyif bile verir. Tabi bir de süt kızım var o da başkaJ onu da öpmeden duramam çünkü o da benim bebeğim sayılır sonuçta. İlerde yeğenlerim falan olursa onları bile öpücüklerimle rahatsız etmek istemem.
Kızımı öpme girişiminde bulunan hiç kimseye açıklama yapmak gibi bir derdim yok. Direk ciddi bir ses tonuyla kim olursa olsun “öpmek yasak” diyorum. Hiç kimseye kibarca öpmesen daha iyi olur deyip olsun kötü de olsa öpeyim kapısını açık bırakmam. İsterse alınsın, kırılsın zaten bundan dolayı alınıp kırılıyorsa da vardır bu kişide bir gariplik der geçerim. Tamam kucağına al, pişpişle, agudu bugudu yap ama öpme!

15 Ocak 2011 Cumartesi

Gece Problemi

Kızım şimdi de geceleri delirdi. Neden anlamıyorum uyanıp uyanıp duruyor. Gecede en az dört kez uyanır oldu. Geceleri sürekli mama vermek zorunda kalıyorum çünkü başka türlü durduramıyorum. Aslında uğraşmıyorum da çünkü benim gibi uyku düşkünü biri tek gözü açık kalkıyor gece, o uykusuzlukla en kolay yolu buluyorum ve hatta içimden yarın gece mama vermeden uyutacağım diye söz veriyorum kendime. Bu da benim uyku sözüme döndü, tutamadığım bir söz. Gece beslenmesini de bırakmam gerekiyor teorik olarak tabi biberonu da. Ama tatlı kızımın biberonu çok sevdiğini biliyorum ve annelik iç güdüsüyle her defasında veriyorum. Biberon bıraktırma işine 6 aydan sonra gerekiyor olsa da gönlüm hiç razı değil. Duygusal yaklaşmam doğru değil ama biliyorum. Biberon çürüğünden korkuyorum özellikle geceleri biberonla beslemek bu konuda çok riskliymiş.
Ama disiplinimi kaybettim bugünlerde. Her konuda 4x4’lük olmak çok zormuş. Şimdi bu gece uyanmalarında suyla falan denemeler yapmam gerekiyor peki uyutma meselesini ne yapacağım bilmiyorum. Kızımı öyle sallayarak falan da uyutmuyorum ki standart bir yöntemimizde yok. Yani tatlı uykumdan fedakarlık yapıp bu konuyu halletmem lazım. Tabi yine de bu sorunu çözüp çözemeyeceğimin garantisi yok.
Bakalım deneyip göreceğiz.

Bilgi Yorgunuyum

Günümüzde anneliğin daha zor olduğuna inananlardanım ben. Çoğu insan kolay olduğunu iddia eder; sizin hayatınızda teknoloji var, sizin eliniz sıcak sudan soğuk suya girmiyor der. Oysa bizim derdimiz öyle büyük ki, biliyoruz hem de çok biliyoruz. Bizim her şeyin doğrusuyla yanlışıyla ilgili bir bilgimiz var ve biz bu doğru yanlışlar üzerine kurmaya çalışıyoruz çocuk büyütmeyi. Peki bu ne kadar doğru ne kadar yanlış?
Bazen yorulduğumu hissediyorum. Ne olurdu bilmeseydim uyku rutini denen kavramı. İyi ki biliyorum tabi ama uyku düzeninin önemini bilimsel olarak açıklayacak kadar derin bilmek bu olayı fazla kasmama ve kızım her düzeni bozduğunda hafif sıyırtmama neden oluyor çünkü biliyorum. Yemek düzeninin önemini biliyorum, aileyle beraber yemeğe alıştırmanın önemini, elinde tabakla peşinden koşmanın kocaman bir yanlış olduğunu, yemediğinde zorlamamak gerektiğini ve bu konuda kuralcı takınmanın gerekliliğini vs. biliyorum ve kızım bir öğün yemediğinde, az yediğinde ya da o öğünü fırsatsızlıktan geçiştirdiğimde içimde derin bir huzursuzluk duyuyorum çünkü biliyorum. Tuvalete alıştırmanın bezden kurtulup rahata ulaşmak için önemli bir adım olmasına rağmen, bunun erkenden yapılmasının sakıncalarını, aslında eskilerin tam tersine onlara göre oldukça geç bir yaşta olması gerektiğini çünkü bebeklerin 2 yaş civarı biyolojik olarak buna hazır olduklarını biliyorum. Bebeği bir kenara bırakıp TV açıp, oyuncaklarını önüne serip daha rahat yaşamanın, işine gücüne bakmanın avantaj gibi görünse de TV’nin bebeklere olan zararını (3 yaşa kadar izlettirmem deyince herkes bana gülüp dalga geçiyor ki bence çok acı) ve bebekle birebir konuşa konuşa, gözgöze, dizdize ilgilenmenin onun gelişimi için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
Bu bilmeler hiç bitmez bunu da biliyorum. Bunca bilgi eğer ki bilmesem benim için daha büyük bir rahatlık olur evet, hiçbir şeyi dert etmeden takılırım kafama göre evet, bilmediğim için her eksiklikte içimdeki o büyük huzursuzluğu duymam evet…. AMA İYİ Kİ BİLİYORUM. Bu yazının başlığıyla sonu çok tezat olacak ama ben bu yorgunluğa razıymışım bunu fark ettim. Daha çok bilmek ve daha çok yorulmayı umuyorum. Bu bilmeler bizlere mükemmel insan yetiştirmemiz için yeterli değildir eminim ama en azından yolunda bulunuyoruz.. hem de fazlasıyla..

14 Ocak 2011 Cuma

Dünü kendime feda ettim

Facebook’a şöyle bir not düşmüştüm: Yarını kendime feda ettim, bakalım bu özgür annelik bana iyi gelecek mi?
Evet 6 ay sonra ilk kez kızım ve eşim olmadan sadece ama sadece kendime ayıracağım bir gün planladım dün. Madem kızımı bırakıp Master’a devam kararı aldım, hem bir alıştırma yapayım hem de artık bir nefes alsam iyi olur diye düşünerek çıktım yola. Kızımı babaannesine teslim edecektim ama öğle yemeğini yedirmeden, uykusuna yatırmadan içim rahat etmezdi. Bu arada kızımı babaannesine götürürken ilk kez onunla araba sürdüm yani o arkada tek başınaydı. Açıkcası bu ilk de fazla heyecanlı geldi bana çünkü hep babamız önde biz arkada gideriz kızımla, bugüne kadar arka koltukta yalnız kalmışlığı yoktur. Battaniyesiyle oyalana oyalana sorun çıkarmadı ama indiğimizde beni görünce sanki uzak bir yerden gelmişim gibi yüzüme bakıp sevinç çığlığı atması çok tatlıydı. 2 saat önceden gittik kayınvalideme, hemen bırakıp çıkmak yerine biraz alıştırsam daha iyi olur diye düşünmüştüm. (Yazımın geri kalanında kayınvalidem değil annem diye bahsedeceğim canım kayınvalidemden). Anneme sanki hayatında hiç çocuk yetiştirmemiş bir insan gibi davranıp sırayla bir sürü şey tembihlemem olayın en komik yanıydı bence. Yoğurdunun sıcaklığından, verilecek meyvenin olması gereken kıvamına varana kadar anlatırken gıcık oldum kendime. Ama annem bunu gayet normal karşıladı çünkü bunun benim annelik duygularımla ilgili olduğunu çok iyi biliyor zaten benim ne kadar psikopat bir anne olduğumun da farkına varmış durumda.
Plan belliydi gezmek ve deli gibi alışveriş yapmak. Bitanecik görümcem ki ben ona kısaca göri derim dün işinden bile izin aldı benimle gezmek için. Gezmek için izin olurmu demeyin oluyor mevzu bahis ben olunca göriM her türlü fedakarlığı yapmaya hazır sağolsun. Çıktık yola ama içimde bir heyecan var ki anlatamam, ne de olsa 6 aydan sonra ki ilk özgürlüğüm. Eşimle bir gece kızımı uyuttuktan sonra görümcemi evde bırakıp yakınlardaki sinemanın yolunu tutmuştuk. Amaç “Av Mevsimi”ni seyretmekti ama ben sinemanın önünde eşime; ben yapamayacağım, kızımı bıraktığım için hiç huzurlu değilim, geri dönelim demiştim ve dönmüştükJ  İşte dün aylar sonra ilk kez kuaför yüzü gördüm sonra gezdik gezdik ama kendime göre pek bir şey bulamadım onca mağaza içinde, oysa eskiden her mağazada gözüme gönlüme hitap eden bir şey bulurdum. Anne olunca seçiciliğim arttı galiba. Ama bir mağazaya girmemle her şey değişti. Bebek reyonuna yaklaştıkça tamam diyordum boşver beni işte kızım için bir sürü şirin kıyafet. Bebek kıyafetlerinin içinde kendimi kaybetmişim, 10 dk. içinde elim kolum dolu kasada buldum kendimiJ Günün en karlısı kızım olmuştu ama hani çoğu kadının alışverişten aldığı zevk duygusu var ya işte o duygu bende de var, kızıma alışveriş yaparken onunda ötesinde bir mutluluk duydum. Kızıma alışveriş yaparak deşarj olabilen bir anneyim ben galiba.
Gün içinde ara ara annemi arayıp kızımı sordum ama panik değil son derece rahattım. İçimde hiç önceden hissettiğim gibi bir sıkıntı olmadı yani kızımı bıraktım diye huzursuzluk duymadım. Altı üstü birkaç saatliğine bırakmıştım ve üstelik nefes almıştım. Bu nefes bana inanılmaz iyi geldi, bugüne kadar kendime yaptığım eziyete üzüldüm. Üstelik kızımın akşam beni gördüğünde ki o çıldırtan heyecanı ve tatlığı görmeye değerdi.
İşte sorumun cevabı, bu özgür annelik bana çok iyi geldiJ

12 Ocak 2011 Çarşamba

Annenin uyku sendromu

Her sabah uyandığımda bu gece kesinlikle erken yatacağım diye kendime söz verip, her gece uyurken yine geç yatmış olmak nasıl bir şey. Bunu ben çok iyi biliyorum. Şöyle oturup düşünüyorum da bunu nasıl başarıyorum, ısrarla ama her sabah aynı sözü veriyorum ve kendime tutmadığım bir söz dağı oluştu çoktan. İyi de neden?
İşte bunu düşününce iki çelişki arasında buluyorum kendimi. Gün içinde meleğimle sürekli beraberiz, uyumadığı zamanlar dışında hep yanımda ki mecburi bir durum. Beni görmediği an basıyor çığlığı. Mesela oyun parkında ben yokken oynamaz ama bende yanına yatarsam gözü beni görmeden oynar oyuncaklarla ta ki yanından kalkana kadar. Ben gider gitmez bozulur bütün konsantrasyon hemen anne aranır, aranmakla da kalmaz yanına getirmek için yapmadığı huysuzluk kalmaz. İşte böyle dipdibe yaşıyoruz bu ara kızımla. Onun gündüz uykularında zaten evin temel işleri, yemek falan ancak sığdırıyorum. Akşam o uyuduktan sonra da yine bi mutfağı toparlamaca, şöyle ayaklarımı uzatıp elime çay, kahve almam belli bir zaman alıyor. Şu sıralar küçük hanım gece uykusuna yattıktan sonra da şöyle bi ara uyanıp anneye kendisini uyutma işkencesi de yapmaya başladı. Yani bana kalan kafamı dinleme zamanı geceye uzuyor. O zaman da öyle bir keyifli oluyor ki hiç uyuyasım gelmiyor ve geç yatıyorum. Ama sabah hiç şaşmaz 7’de dikilir başıma küçük cadıJ işte o an o kadar felaket oluyorum ki, kesin diyorum kesin bu gece oyalanmadan erken yatacağım uykusuzluktan ölüyorum. Zaten benim gibi çocuğu olmadan önce günde 10 saat uyursa anca kendine gelen birisi için fazla acıklı oluyor bu sabah kalkışları yani tam bir sendrom. Ama gel gör ki akşam yine aynı şeyler, sabah yine aynı şeyler bu bir döngü halinde devam ediyor. Şimdi bu yazıyı yazarken düşündüm de bu döngüyü hiç değiştiremeyeceğim galiba.
Olsun bu da güzel. Bebekli yaşam böyle bir şey ama her şeye değer.

11 Ocak 2011 Salı

Kariyer Beni Çağırıyor

Karar anı geldi çattı, zaman hızla aktı ve artık yeni dönem başlamak üzere. Şimdi Master’a devam edecek miyim yoksa bırakacak mıyım bunu düşünme zamanı ama ben kararımı verdim bile. Bunca gelgitten sonra hiç kolay olmadı benim için bu kararı vermek ama hayatta hiç bir şeyin tesadüf olmadığına yaşadığımız her şeyin bir anlamı olduğuna inanıyorum, karşımıza çıkan herkesinde kim olursa olsun boşu boşuna, öylesine bizim karşımıza çıkmadığına da.
Eşim, kardeşim ve babam yani hayatımdaki en önemli 3 erkek ve hepsi benim bu kendini fazlasıyla anneliğe kaptırmış halime karşı. Benim gittikçe kızıma ait kocaman bir dünya kurduğumu ve o dünyaya kapanıp diğer her şeyi bir kenara attığımı ileri sürüyorlar, kendimi bile. Hayatın sadece kızımdan ibaret olmadığını, ne yaparsam yapayım büyüdüğü zaman da bugünkü gibi yamacımda olmayacağını, onun sosyalleşeceğini ama benimse “çocuklarının anası” kimliğimle yalnızlaşacağımı söylüyorlar. Elimde böyle bir imkan varken bunu yarı yolda bırakmamın hiç akıllıca olmadığını da. Yani bu konuda bütün K’lar bana karşı. Aslında bende gelecekte o bahsettikleri tablonun içinde sıkışmış buluyorum kendimi hayal ettiğimde. Kızımın ve nasipse diğer çocuklarımın;) yarın öbür gün kendilerine ait hayatları olmayacak mı, onlar büyüyecek, okula gidecek, arkadaşları olacak ve ben bugün her şeyi ne kadar mükemmel yaparsam yapayım yarın hepsi bu kadar mükemmel gidecek mi? Ya da her yönüyle mükemmel bir çocuk yetiştirmek mümkün mü? Ya da her yönüyle mükemmel çocuk yetiştimenin koşulu 7x24 çocuğunun dibinde olmak mı?
Geçen gün bir aile dostuna yemeğe gittik. Evin hanımı oldukça eğitimli ve kültürlü bir insandı. Kızı 22, oğlu 18 yaşında ve kendini doğdukları andan itibaren çocuklarına adamış. Öyle ki onların her şeyini o üstlenmiş ve bugün bile yataklarını toplayıp, pijamalarını katlıyor çocuklarının. Çocuklar artık öyle bir noktaya gelmiş ki anne zaten bu işlerle görevli, yemeği yapar, evi toplar, bizim her türlü ihtiyacımızı karşılar. Hatta öyle ki çocukları evdeyken bir komşuya bile çıkamadığını çünkü biz evdeyiz sen niye gidiyorsun yanımızda dur şeklinde tepki aldığını anlattı bana. Bugün toplumumuzdaki özellikle bizim nesli yetiştiren annelerin çoğu böyle ve buna benim annem de dahildi. Çocuklarına hiçbir sorumluluk yüklemeden tam manasıyla onlara saçını süpürge eden ve kendini hiçe sayacak derece de çocuklarına adayan onlarla mutlu yalnızken mutsuz anneler… Üstelik bu tek tarafa değil iki tarafa da zararlı bir şey çünkü çocuklarda sorumluluk duygusu olmadan tabiri caizse ekmek elden su gölden yetişmiyor mu? Neden bu kadar eminim, ben ve kardeşim de öyle yetiştik çünkü. Bırakın bir işin ucundan tutmayı kendi işimizin ucundan tutmazdık, öyle alışmıştık baştan hatta evlendikten sonra çok zorlandım, kendime ait bir hayatın sorumluluğunu almak ilk başta hiç de kolay olmamıştı benim için.
Bütün bunlarla beraber üç kere daha düşündüm ve verdim kararımı. Eğitimli, kültürlü, bilen ama evde saçlarını çocuklarını süpürge eden sadece “anne” figürü yerine, hayatında başka şeyler de olan, hayatın tam ortasında yer alan, başka başka sorumluluklar da taşıyan ama her şeyden önce çocukları olan bir “anne” figürü olacak benim tercihim. Hem ben hem de çocuklarım böyle çok daha mutlu olacak inanıyorum. Bu fazla fazla annelik içgüdüsüyle aşırı duygusal yaklaşımlardan sıyırdım kendimi. Yani Master’a devam edeceğim ve kadro almak için elimden geleni yapacağım, en azından bu dönem için haftada 2 gün gidip derslerimi tamamlayacağım. Belki 2 yılda değil 3 yılda biter ama biter, bitmeli de.
Bu arada blog yazdığımı öğrenmiş ve beni meraklı meraklı okuyan ailemin sevgili erkekleri SEVİYORUM SİZİ.!

10 Ocak 2011 Pazartesi

Bir annenin bitmek bilmez telaşı...

Ağlasa neden ağladı, ağlamasa neden bu kadar suskun, yemese aman Allah'ım, yese acaba doydu mu, doysa susamış olabilir mi, susasa ne kadar su vermeliyim, ay bu verdiğim şey kabız yapar mı, kabız yapmazsa ishal yapar mı, iki kat mı giydirsem tek kat mı, yok ben en iyisi külotlu corap giydiriyim, yok o çok sıkıyo tek kat rahat, ay küçük çorapları bileklerini mi rahatsız ediyor ya bilekleri ince kalırsa, ay niye terledi şimdi bu, çamaşırlarına yumuşatıcı kullansam mı kullanmasam mı, bu ay ki gelişimi nasıl hop hop hoplayıp zıp zıp zıplıyo mu, eline verdiğim şeyi tam kavraması lazım ama artık, ay bu kaç derece açıyla dönüyo, yorganı fazla örtme yüzüne çeker nefessiz kalır, sallasakta mı uyutsak sallamasakta mı, bakıyım ateşi var mı, eyvah doktor muayenesi var kacırmayalım, kaç kilo oldu acaba bu ay, ha bi de boyu ne kadar uzadı ki, bi de kafasını ölçmek lazım, bıngıldak ne alemde aman erken kapanmasın, ya geç kapanırsa D vitamini versem mi, bu kız kusuyor demir ilacından mı, yoksa yediği bişey mi dokundu, yok yok kesin bişey var hasta bu, doktor doktor gezilir kimi zaman hiçbişey çıkmaz önce sevinilir sonra ben biliyodum zaten denir:)))sebzesine zeytinyağını katsam mı katmasam mı, aman elmadan kabız oluyo dikkat etmek lazım, muhallebiyi versem mi vermesem mi, artan yemeğini ikinci güne saklasam mı saklamasam mı, yoğurdu devam sütüyle mi, inek sütüyle mi, keçi sütüyle mi mayalasam ama keçi sütü daha iyiymiş en iyisi keçi sütü olsun ay bi de kefir çıktı şimdi kefir de kullansam mı, labne peyniri mi normal peynir mi ama labne peyniri olsun yok yok keçi peyniri daha iyiymiş, meyve suyu mu meyve püresi mi, iyi de bu kız meyve sevmiyo galiba....  annelik işte böyle uzar gider bu sorular:)

9 Ocak 2011 Pazar

Kızım mı yatağa büyük, yatak mı kızıma küçük?

Bebeğim daha doğmamıştı ve ben tamamen deneyimsiz, ilk bebek sahibi olmanın heyecanıyla yapmıştım alışverişimi. Hala o minicik kıyafetleri iki defa giyip bir kenar koymanın üzüntüsünü yaşıyorum ama her girdiğim mağazada hep en küçükler daha şirin geliyordu ve ben etrafımda yakın çevremde de bebekli birileri olmadığı için uzun bir süre o kadar küçük kalacağını hayal etmiştim kızımınJ Hele o küçük küçük çoraplar, aldıklarımın sayısını hatırlamıyorum ama hiç giyilmemiş olarak duranlar bile var. Mesela zıbınlar, neden o kadar çok aldım ki hiç kullanmadım desem yeridir. Bir de o çıtçıtlı atletler küçük küçük. Şimdi bir bebek mağazasına denk gelsem hiç boş çıkmam mutlaka bir atlet de olsa alırım çünkü sürekli lazım ama mümkün oldukça kızıma göre daha büyüğünden. Kıyafet vs. bir yana da bir de yatak derdimiz var ne yazık ki. Kızım için büyük bebek karyolalarının minyatürü kıvamında olan bir beşik almıştım. Hem yatak odamda yanımda olur hem de 1 yaşına kadar kullanırız diye düşünmüştüm tabi satıcılarda 1 yaşına kadar kullanılacağını söyleyince tereddüt etmemiştim. Ama annem görür görmez bu çok küçük 6 aydan sonra zor kullanırsın diye uyarmıştı beni. Sonuçta hevesli, taze bir anne adayı olarak o şirin yatağı almıştım. Ama biz bugünlerde o yataktan çok dertliyiz.
Kızım artık yatakta mutlu değil ki beni öyle bir yere koysalar ben bile mutlu olmam. Artık kızımı yatağın içinde bacakları bir yerde kıvrılmış olarak buluyorum. Boy olarak problem yok ama bizim ki hareketlendi, dönmeye başladı artık. Zaten dönme eylemini bile gerçekleştiremiyor ki o küçücük yerde, ne zaman dönmeye kalksa kenara sıkışıp vazgeçiyor bu eylemdenL
Sonuç yeni bir yatak alacağım mecburen. Araştırmalara başladım bile, ergonomik, sade, uzun süre kullanabileceğim ve özgün biçimde değişik mobilyalarla tamamlanabilecek bir şey istiyorum. Sevmiyorum ben öyle yatağından komidinine varana kadar takım olan çiçekli böcekli bebek odalarını, biraz boğucu geliyor bana. Kızıma özgün bir oda yapmak istiyorum zamana yaymak istiyorum onun oda düzenlemesini. Her şeyi içime sinerek almak istiyorum.
Kısaca şimdi yeniden anne olsam alışveriş konusunda da çok deneyimliyim. “Keşke” demek yerine “tecrübe kazandım” diyorum.

Kendimi deli gibi yorgun hissederken sende dinginleşiyorum

Kızım 6 aylık oldun mu sen şimdi ama ne çabuk… Zaman ne kadar hızlı geçiyor, yarın öbür gün daha da büyüdüğünde ben yılların hızla geçişine daha bir derinden tanıklık edeceğim biliyorum. Küçücüktün, miniciktin… Şimdi o ilk kıyafetlerine bakıyorum da ne kadar da büyümüşsün. Kollarımın içinde kaybolurdun oysa, omzumda o minicik başınla hiç ağırlığını bile hissettirmeden uyurdun. Hala benim minik bebeğimsin ama o ilk halini, o en bebeklik halini şimdiden özledim. Doğumun, doğuşun, kollarıma ilk gelişin, seni ilk emzirişim, seninle ilk gecem, artık hayatıma yeni bir bireyin dahil olduğuna bir türlü inanamayışım, kokun ah o hiç değişmeyen hastası olduğum kokun, gözlerin her geçen gün bakışları daha da bir derinleşen gözlerin. Seviyorum seni o kadar çok seviyorum ki bu başka bambaşka bir aşk tarifi yok anlatamam.
Seni sadece 1 ay emzirebildim ve içimde hala bir parça hüzün olarak duruyor bu. Oysa diyorum bazen olabilir miydi, yapabilir miydim ama yaşadıklarımın ağırlığı geliyor aklıma ve ben o 1 aya bile şükürler ediyorum. Aramızdaki o bambaşka bağı 1 ay bile olsa yaşayabilmek güzeldi seninle; harikaydı, bambaşkaydı.
Seninle 6 ay… Çok şey yaşadım, çok derinden yaşadım acıyı da mutluluğu da. Ben hep en hüzünlü en acılı anımda gözlerinde, gülüşünde, o küçücük ellerinle parmağımı tutuşunda buldum huzuru. Ben hep seninle dinginleştim, seninle sakinleştim miniğim. Sen olmasaydın bu kadar dik durabilir miydim, bu kadar güçlü olabilir miydim bilmiyorum. Sen bana Rabbimin bir lütfusun ve ben inanıyorum ki O zaten seni bana bunun için verdi. Senli hayata, senle dolu her ana, senle geçen zamana sonsuz şükürler olsun.
Yarım yaşın hayırlı olsun ilk gözağrım.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Tutarlı Tutum

Çocuk eğitimin de en önemli kural: Tutarlılık. Bunun meyvelerini yemeye başladım bile. Sonunda kızım uyku düzenine geri döndü. Israrla aynı saatte yatırarak başardım bunu. Gerçi eşime kalsa bu iş umutsuzdu, kızı 11’de uyutsak yine yeter demeye başlamıştı bana. Demek ki sabırla devam edip vazgeçmemek gerekiyormuş. Yaşadığım bu tecrübeyi de hemen koydum cebime.  Çok ince bir detaydan genele uzanan bir yol var benim için. Bebekte olsa her şeyin farkında olduklarını, en iyi idrak edecekleri yaşların tam da şu zamanlar olduğunu zaten biliyorum.

“Tutarlılık” benim bebeğimi eğitme alfabemin baş harfi. Bir şeye hayır dedikten sonra onu evet şeklinde çevirmek ya da tam tersi ya da kararsızlık, üstüne kocaman bir çarpı atılacak en büyük yanlışlar. Belli bir karar alındıysa o karar bozulmadan uygulanmalı asla taviz vermemeli. Zaten taviz, taviz doğurur buna çevremdeki olaylarda çokça şahit oldum.

Prof.Dr. Sabiha Paktuna Keskin bu konuda ne diyor?
“Komutlarınız tutarlı olmalı! Otorite, güç anlamındadır ve tutarlılık ile kazanılır. Tutarlılıktan kasıt, anne ve babanın çocukla ilgili her konuda aynı fikirde olması değildir. Babanın yapma dediği bir şeye , anne yap diyor olabilir. Bu tutarsızlık olarak değerlendirilmemelidir. Tutarsızlık bir tarafın bazen öyle bazen böyle davranıyor olmasıdır. Özellikle anneler gün boyunca sayısız komut vererek çocuklarını eğittiklerini sanırlar. Ancak o kadar çok komut verirler ki bunları takip edemezler. Sonra da yerine gelmemiş komutlar için bağırıp çağırırlar. Bu onların otorite kaybının işaretidir ve ilişkinin yüz göz olması dolayısıyla ya da çocuğun yaramaz diye nitelendirilmesinin nedenidir.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu konuda ne diyor?
“Çocuk doğası gereği benmerkezcidir. Anne baba çocuğa farklı mesajlar verirse çocuk bunlardan kendine uygun olanı seçer. Farklı mesajlar vermek, davranış ve tutumları konusunda anne babanın çocuğu yönlendirmesi yerine çocuğa anne babayı yönlendirme imkanı vermektir. Her ne kadar çocuk benmerkezci bir yapıya sahip olsa da insanın genetik yapısının içinde bir yerlerde hak duygusu vardır. Ebeveynler çocuğun içindeki bu duyguyu bulup ortaya çıkarmalı ve çocuğa hakka saygılı olmayı öğretmelidir. Çocuk anne babasının kendisine hakkaniyetli davrandığını hissederse kendisini güvende hisseder. Bunun için tutarlı davranan; yani dün, bugün söylediğinin aksini söylemeyen, sabah evet dediğine akşam hayır demeyen ailelerin çocuklarında kontrol duygusu gelişir. Kontrol duygusu olmayan çocuk iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarını tam olarak oturtamaz ve karar vermekte zorluk çeken bir birey ortaya çıkar. Farkında olmadan çocuğun beyninin yanlış şekillenmesine sebep olmaktan kaçınmak gerekir.”


Tutarsızlık anne ve babalar için çok olumsuz bir alışkanlıktır. Genelde tutarsızlık için iş yoğunluğu, stres, yorgunluk vs. gösterilir. Ama bunlar bahane olmamalı çünkü sebep ne olursa olsun tutarsızlık göstermek çocuğumuz üzerindeki hakimiyetimizi kaybetmemize sebep olur. Eğer bir kural koyduysak ve bunun sonucunu görmek istiyorsak söylediklerimizi uygulamalıyız. Eğer aldığımız kararları uygularken zaaf gösterirsek çocuklarımızın da sınırları aştığını görebiliriz. Yine anne ve babaların verdikleri sözlerde durması da önemlidir. Çünkü tutarlı davranışlar çocuğa emniyet ve güven hissi verecektir. Yani aslında bu durumdan çocuğumuz memnuniyetsiz değil memnun olacak, bu şekilde daha mutlu yaşayacaktır.
Ve son olarak kadinlaricin.net sitesinde yayınlanan şu maddelere bir bakalım;
-  Çocuk  konuşmaya yeni başladığında, kurduğu cümlelerdeki yanlışlıkları hoşgörüyle karşılayın.
-  Çocuk sözünü bitirmeden sabırsızca davranıp, cümleyi onun yerine tamamlamayın.
-  Kurduğu cümle yanlışsa, cümleyi bitirdikten sonra, yanlış ifadenin doğrusunu hiçbir eleştiride bulunmadan tekrarlayın.
-  Çocuk 2.5 yaşlarında çok soru sorar. Bu dönemde çocuktan gelecek sorular mutlaka cevaplandırılmalıdır. Ancak cevaplar kısa, öz ve doğru olmalıdır.
-  Çocuğa şunu yapma, bunu yapma dememeli, yapmasını istediğiniz şeyi olumlu ifadelerle belirtmelisiniz.
-  Çocuk birşeyi isterken, istediği şeyi anlayıp hemen yerine getirmeyin. Cümleyi bitirmesini bekleyin.
-  Sevmediği yemeği yemesi için ya da tabağı sıyırması için zorlamayın. Tabağı doldurmadan azar azar verin. Her öğünde sevdiği yiyeceklerden birisi bulunsun.
-  Yemek öncesi temizlik, psikolojik olarak çocuğu yemeğe hazırlar.
-  Mümkün olduğunca çocuk aile ile beraber yemek yemelidir. O zaman görgü kurallarını öğrenme imkanı tanımış olursunuz.
-  Çocuk yemek yemediği zaman ona ilgi göstermediğinizi belli edin.
-  Çocuğun uyku saatinden yarım saat önce kendi odasında birşeylerle oyalanmasını sağlayın. Bu vakitte kitap okuyup, masal da anlatabilirsiniz.
-  Çocuğu 4-5 aylıktan itibaren hep aynı oda, yatak ve saatte yatırın.
-  Çocuklarda 2-3 yaşından önce kas faaliyetleri yeterli düzeyde değildir. Bu yüzden bu yaşlardan önce çocuğu tuvalet eğitimine zorlamayın.

7 Ocak 2011 Cuma

Yok Yok!

Şimdiki çocukların bebeklikten itibaren gelen ihtiyaç(?) listelerini düşündüm de yok yok. Özellikle o sayılamayacak kadar çeşit çeşit peluş, müzikli, konuşan, oynayan, ağlayan, zırlayan sınırsız sayıda seçenekle sunulan oyuncaklar. Ve yine daha doğumundan ana kucağı ihtiyacı ile başlayarak kanguruydu, salıncaktı, dönenceydi, oyun parktı, mama sandalyesiydi, yürüteçti, eğlence merkeziydi (ki bunlar şimdilik daha 6 aylık bir bebek annesi olarak bildiklerim eminim dahası çok daha fazlası var bu listenin ilerleyen zamanlarda göreceğim) bitmeyen bir liste duruyor tam karşımda.
Bir de bizi düşünüyorum en azından kendimi, küçükken sahip olduklarımı… bunların yanında bir elin parmaklarını geçmez.  Peki bu sınırsızlık hep böyle mi devam edecek? Düşünüyorum da kızım büyüdükçe o oyuncak mağazasında çeşit çeşit oyuncaklardan gördükçe hep dahası hep dahasını istemeyecek mi ve zaten ben de elimden geldiğince ona o küçükken hayalimden bile geçmemiş özellikteki oyuncaklardan almayacak mıyım? Kızımın eşyalarının tabi ki buna oyuncaklarda dahil evde kapladığı yer hızla büyüyor ve büyümeye de devam edecek.  Tamam hadi büyüsün büyümesine de peki ya sahip olduğunun kıymetini bilmek, yetinmek bu duyguları bunca sınırsız tüketim içinde hangi yolla öğreteceğim ben. Tabi ki bu sınırsızlığı sınırlayarak, tabi ki imkanlar dahilindeki sınırı ona öğreterek ama yine de bu tüketim çok fazla değil mi?
Bazen içim rahat etmiyor….

6 Ocak 2011 Perşembe

Çocuk Eğitmek Eğitim Gerektirmez

Bir çocuğu eğitmek, bir çocuk yetiştirmek o kadar zor ki aslında. Herkes çocuğunun son derece ahlaklı, özgüven sahibi, sosyal, bencil olmayıp insancıl olan yani bütün güzel hasletleri üzerinde taşıyan bir çocuk olmasını ister elbette. İster de emeksiz hiçbir şey olmadığı gibi bu da olmaz. Bazıları çocuğu karpuz zannedip olduğu yerde büyüyen bir şeymiş gibi davranır. Pek durmaz üstünde çocuğun, şu nasıl olmalı, bunu nasıl öğrenmeli, ne kadar özgür bırakmalı ne kadar engel olmalı, engel olmalı mı olmamalı mı, çocuğun özgür alanları sonsuz sınırda mı olmalı yoksa bir sınır dahilinde mi hatta bırakın bunları düşünmeyi  çocuk bu ne de olsa anlamaz diyen bir zihniyette hayatımızın tam ortasında durmaktadır aslında.
Bazı şeyleri bilmek için de illa ki uzman olmaya ya da belli bir eğitimden geçmeye gerek yoktur. Eğer bir kadın “anne” sıfatını takmışsa omzuna o kadın için artık düşünecek çok ama çok önemli bir şey var demektir hayatta. O çocuğun üzerine enine boyuna düşünmelidir, şu neden bu neden diye sorgulamalıdır çocuğuyla ilgili olan her şeyi. Çocuktur yapar ve çocuktur anlamaz diyen bir grup vardır ki bu grup bana oldukça dayanılmaz gelmektedir. Neden mi?
Çünkü bir çocuk doğduysa anlamaya çoktan başlamış demektir. Hem de 3 yaşına kadar algıları bir daha hiç olmayacağı kadar açık olarak. Bir bebeğin doğduğu andan itibaren asalak yaşayan bir varlık olarak algılanıp sadece ihtiyaçları giderilmesi gerekiyor gözüyle bakmak oysa ne kadar yanlıştır. Yazık ki çoğu çocuk bunun bilincinde olmayan annelerce yetiştiriliyor pardon büyütülüyor!
Benim fikrimce çocuk yapmaz; doğru da yaptırılır yanlış da. Çocuğa ait olan özgür alanların yanında başkalarının özgürlüğüne ya da bireyselliğine zarar vermeyecek bilinçte bencil olmayan çocuk yetiştirmektir asıl mesele. Bunu başarabilen insanlar en azından benim etrafımda çok nadir olsa da gelecekten umutluyum.
Çocuk yetiştirmek dünyadaki en kutsal iştir ve çok da büyük bir meziyettir ama şunu anlamak önemli; çocuk büyütmek değil çocuk yetiştirmek!

5 Ocak 2011 Çarşamba

Uyusa da Büyüse

Son zamanlarda kızımın bozulan uyku düzenine fena halde takılmış durumdayım ve her akşam onun uyku düzenini yeniden sağlamak için bir mücadele içindeyim. Neden mi? Uyusun da büyüsün’ün sadece bir ninniden ibaret olmayıp gerçeğin ta kendisi olduğunu bildiğim için. Dişlendik, hastalandık, yediklerimizden gazlandık ama bitti işte hadi artık uyu kızım eskisi gibi her akşam 20.30’da uyu. Ben artık saat 21.30’a bile razıyım:(

Bozulan uyku düzenine tahammülüm yok her şeye var ama buna yok işte. Takmayım biraz rahat olayım diyorum olmuyor, ne yazık ki(!) bu konuda ciddi derece de takıntılıyım. Çünkü uykunun özellikle bebeklerde beyin başta olmak üzere tüm organların yenilenmesi için şart olduğunu ve uyku sırasında stres hormonlarının azalıp büyüme hormonlarının salgısının arttığını biliyorum. Hatta düzenli uykunun hafızayı güçlendirdiğini ve hiperaktivite ile depresyon riskini azalttığını da. İşte bu yüzden bebeğim düzenli uyusun istiyorum. Onun düzenini sağlamak için de hiç taviz vermeden ısrarla her gece yılmadan usanmadan aynı saatte uyuması için uğraşıyorum ve uğraşmaya da devam edeceğim.

“Uyku macerası” başlıklı yazımda bahsetmiştim uyku düzenimizden ve uyuma şeklimizden. Gündüzler için her şey aynen geçerli olsa da geceleri hiçbir uyuma sistemimiz yok. Bazen kendi kendine, bazen kucağımda, bazen yanımda uyuyor kızım. Bu tamamen spontan olarak onun o anda ne istediğine göre gelişiyor. Ben hala bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar veremedim. Ama araştırmalarım sonucu doktorlarında uyku konusunda ortak bir paydası olmadığını gördüm. Bazı doktorlar bebeği yatağına uyumadan önce koymak ve kendi kendine uyumasını sağlamak gerektiğini savunurken bazıları bebeğin anne ya da babanın kucağında hatta hafifçe sallanırken ve kendini huzurlu hissettiği şekilde uyutulmasını savunuyor. Hatta ailece aynı yatakta yatmanın bile bir sakıncası olmadığını savunanlar var. Biz ılımlıyız:) her 3 fikirden de bir parça var bizde.

Bakalım bu uyku meselesi bir mesele olmaktan ne zaman çıkacak...
Yoksa hiçbir zaman mı?

Markette Satsalar Kızımı Alırdım

Markette satsalar kızımı alırdım.
Bu cümleyi kızımla hastaneden eve geldiğimizde ilk olarak kardeşime kurmuştum. Bir markette bebek satıyor olsalardı ben hemen kızımı seçip alırdım. O çirkin yaratık benim için dünyada gördüğüm en güzel bebekti çünkü. Her anne için de tabi ki bu böyledir. Herkes için en güzel bebek kendisininkidir ve bu benim için de öyle. Gerçekten dünyada kızım kadar güzel bir bebek yok gözümde zaten güzellik göreceli bir kavram değil midir;)
Başka bir bebek olsa kusmuğu, kakası bana o kadar iğrenç gelir ki ama onunki hiç de öyle değil. Ben kızımın kakasını temizlerken bile zevk alıyorum çünkü. İlk doğduğu zamanlar altını açtığımda kaç kere üstüme fırlatmıştı kakasını ve bu buna o kadar zevk vermişti ki. Normalde hangi insan bir bebeğin üzerine kaka yapmasından zevk alabilir bir anneden başka.
Bir annenin üzerinde hep bir kusmuk, tükürük lekesi olması çok yüksek olasılıktır çünkü her an her şey olabilir. Ben de çok karşılaşmışımdır en süslü püslü kıyafetimin omzunda beyaz bir kusmuk lekesiyle ama bu beni hep güldürmüştür oysa üzülmem gerekmez mi güzelim kıyafetime yazık oldu diye. Hatta daha da fazlasını söyleyeyim toplum içindeysem ve o leke çıkmıyorsa pek de uğraşmam çıkarmak için sonuçta ben anneyim o da benim bebekli olduğumun bir göstergesi.
Başkalarının bebeklerinin çocuklarının gelip de eşyalarıma hasar vermelerinden nefret ederdim oysa kızımın daha yeni yeni başladığı yaramazlıklar beni o kadar mutlu ediyor ki. Bayılıyorum eline geçirdiği kağıt parçası her neyse yırtmasına, eline geçeni yere fırlatmasına mesela bir keresinde netbook’uma kusmuştu (nasıl oldu derseniz o sıra da kameradan süt annemizle bakışıyorduk) öyle ki klavyenin aralarına kadar girdi tam temizleyemedim bile yani kusmuklu bir netbook’la dolaşıyorum, hiç ama hiç üzülmedim oysa kendim bile en ufak bir zarar versem üzülürüm.
Galiba bundan sonra da kızımın bana ya da eşyalara verdiği hiçbir zarara üzülüp kızmayacağım hatta şimdiden kalemle duvarları çizip boyamasını hayal ediyorum:) yok ben kesin deli bir anneyim.

4 Ocak 2011 Salı

Bir Bebekle Dışarı Çıkmak

Açıkcası ben bebeğimle tek başıma bir yerlere gitmeye henüz alışık değilim. Genelde gidilecek yer neresiyse eşimle beraber arabayla giderim. Bugüne kadar kızımla tek başıma gittiğim tek yer yakınlardaki sağlık ocağı o da sadece bir kere. Havalarda soğuyunca iyice bir kırılmıştı cesaretim. Ta ki bugün bize çok yakın oturan bir arkadaşım beni çağırana kadar. Ortam biraz kalabalık olacakmış, telefonda net olarak olmaz gelemem hem hava soğuk hem de kız şimdi mikrop falan kapar dedim ve kapattım. Aradan 5 dk. geçmedi ki neden olmasın dedim içimden, evde çok sıkılmıştım zaten hem biraz hava alırım hem de benim için deneyim olur. Her şey bu cümleyle başladı…
Kızım o sırada öğle uykusundaydı önce düşündüm kızıma ne giydirsem, iki kat mı giydireyim üç kat mı, hava soğuk üstüne bir de hırka altına külotlu çorap, patik mi yoksa ayakkabı mı,  hangi kıyafet olsun şu mu bu mu vs. derken 15 dk. da kıyafetler hazırlandı. Sonra geldik bebek çantasına önce yiyeceği sonra biberonlar en az 2 tane ne olur ne olmaz, termos zaten kaçınılmaz, bezdi, bir takım da kıyafetti, atletti çoraptı mendildi derken bir 15 dk. da öyle tabi, bu arada kız uyandı ben de bunalmaya başladım. Bitmeyecek bu hazırlık dedim herhalde aklıma sürekli şuydu buydu bir şeyler geliyor. Sonra kızıma yemeğini yedirdim, giydirdim sıkı sıkı. Pusetimiz babamızın arabasında olduğu için kanguruya yerleştirdim ama üzerimde bir ağırlık bir ağırlık bu kız ne kadar ağırlaşmış dedim hele bir de yanına hazırladığım çanta bir küçük valiz misali eklenince o kısacık yol bitmez oldu.
Tam 1 saatin sonunda çıkmıştım evden ama bir de kendime baktım ki incecik giyinmişim, hiç kendimi düşünmek gelmemiş bile aklıma. Ha bu arada 2 saat sonra eve döndüm ki zaten öyle olacaktı ve ben küçük valizimden tek bir şeye bile ihtiyaç duymamıştım. Ağlamak istiyorum:)
Gerçi bu hazırlıkları eşimle bir yerlere çıkarken de aynen yapıyorum ama bir de tek başıma olup bütün yük bana binince tam olarak anladım bebekli bir yaşamı. Ama hazırladığım her şey de olmazsa olmaz, öyle bir an gelip hepsi aynı anda lazım olabiliyor hele o yedek kıyafetler çok ama çok önemli benim için. Kızımın üstünde en ufak bir kusmuğa dayanamıyorum hemen değiştiriyorum, günlük hayatta da önüne önlük takıp gezmeyi de sevmiyorum. Fazla pimpirikliyim galiba bu konuda.
Eskiden  yani kızım yokken ben hazırlanırdım 1 saat dışarı çıkmak için şimdiyse kızımı hazırlıyorum 1 saat ve kendimi unutuyorum ama ben bunu da çok seviyorum.!
Bu arada başlık bir bebekle dışarı çıkmak ama ya iki bebek olsaydı ki olabilir de belli olmaz;) ikiz annelerine hayranım;)

Ben Fazla Anneyim Galiba

Blogcuanne’nin “Marifet mi?” başlıklı yazısını okuyunca içimden geçenleri yazmak istedim, meğer ne çok şey varmış içimde…
Bende bebeğime fazladan bir düşkünlük var sanırım ama benim gibi annelerin de çok olduğuna inanıyorum. Ben bebeğimi bırakamıyorum onu her bırakışımda içimde dayanılmaz bir sızı hissediyorum. Çok denedim ama olmuyor ve artık zorlamamaya karar verdim. Hikayem kariyer hevesimle başladı. Bebeğim 2 aylıkken master’a devam etmem gerekiyordu bende haftada 2 gün çok az ders alarak devam etmeye karar vermiştim. Bebeğimi de bırakacağım en emin ellerden biri olan kayınvalideme bırakacaktım. Okul başladı ve ben derslere gittikçe içimde tarif edilmez bir sızı vardı ama öyle böyle değil içim resmen yanıyor. 2 hafta sonra hemen dondurdum kaydımı ve o andan sonra aslında bebeğimi asla bırakamayacağımı ve bunun hiç de bana göre bir şey olmadığını anladım. Bırakırken de bebeğim biraz daha büyüsün bir daha ki dönem devam ederim demiştim ki bunu söylerken bile aslında bunun koca bir yalan olduğunu içimden söylüyordum.
Ben bebeğime kim olursa olsun başka birinin yemeğini yedirmesine, altını değiştirmesine, banyo yaptırmasına yani onunla ilgili yapılacak her neyse onu yapmasına dayanamıyorum. Mutlaka ben yapmalıyım, yemeğini ben hazırlamalıyım, altını ben temizlemeliyim çünkü kimse benim gibi yapamaz gibi geliyor bana, hiç kimse benim baktığım gibi bakamaz. Belki karşımdaki kişi çok deneyimli, belki çok sayıda çocuk büyütmüş, belki de bu işte profesyonel eğitimli olabilir ama yine de hiç kimse ona benim gibi bakamaz işte böyle hissediyorum. O yüzden başlıkta da ben fazla anneyim galiba dedim.
Bu dönem de okula devam etmeyeceğim  ve galiba hiçbir dönem.  Annelik işini çok sevdim evet çok yoruluyorum, bazen evde saçlarım dikdik dolaşıyorum, bazen delirip çocuğu eşime paslıyorum, bazen yeter artık diyorum hatta nerde o eski özgür günler, hiç düşünmeden kapıdan çıkmalar, saat kaç olursa olsun gezmeler, kuaföre gitmeler, alışveriş yapmalar diyorum bazen en yakınlarıma yakınıyorum ama aslında bu şekilde o kadar mutluyum ki…
Annelik bana iyi geldi, beni değiştirdi, ruhumu güzelleştirdi, gerçekten fedakar olmayı öğretti, anneme, babama, kardeşime duyduğum sevgiden, eşime duyduğum aşktan çok daha başka bambaşka adı konulamaz bir duyguyu hissettirdi. Dedim ya sevdim çok sevdim ben bu işiJ
Büyüyecekler çok başka dertlerimiz olacak ama bugünler, bu güzellikler, bu tatlı bebekler geri gelmeyecek. Onunla hiçbir anını kaçırmadan yaşamak istiyorum..sadece bu..

3 Ocak 2011 Pazartesi

Komik bir yürüteç macerası

Annemi kaybettikten sonra ailece kızıma olan ilgi ve sevgimiz daha bir derinleşti. O bize acılarımıza karşı bir ödül buna inanıyoruz. Babam ve kardeşim kızımın yoluna ölüyorlar desem yeridir. Sevgili babamın çocuklara yaklaşımı fazla eğiticidir ama öyle böyle değil hemen yürüsün, hemen konuşsun, hemen okusun yazsın ki bu “hemen” kavramının sınırı yok:) olabildiği kadar erken olsun yeter. Mesela beni 8 aylıkken yürütmüş, erkenden okumayı öğretmiş ki bu yürüme işi iyi mi kötü mü tartışılır. Bir yürütecim varmış onunla hızla koşarken önüme çıkan engele takılıp düşeceğim zannederlerken tak kaldırıp indirirmişim o engelde ve yoluma devam edermişim, ben bu hikayeyi bin kere dinlemişimdir babamdan. Kısaca kızımın üzerinde de yoğun bir baskı var ve buna engel olamıyorum özellikle babacığıma artık karşı koymam da imkansız. Yürüteç erkek çocuklara zaten önerilmiyor da kız çocuklar için de önerilmemesi için bir takım nedenler var. Şimdi bu konuya da TV gibi derinden girmiyorum ama çoğumuz biliyoruz. Şu da bir gerçek ki bizim neslin çoğu yürüteçle büyümüş ve çok şükür bir sıkıntımız da yok. Ama ben bu bebek bakımı konusunda fazla kuralcıyım galiba en azından doktor sözü dinleyenlerdenim.
İşte babam ve kardeşim dün sabah ellerinde koca bir poşetle geldiler bize. Tabi ki ne olabilir:) bebeconfort yürüteç almışlar kızıma ben önce siz delirdiniz mi daha çok erken diye söylenirken kuruldu yürüteç. Bu hem altında özel bir şiltesi olup sallanan hem de yürüteç olan ikisi bir arada bir ürünmüş. Birinci kısmı hoşuma gitti ikinci kısmıysa zaten şuan kızım için imkansız ki olsa da izin vermem. Önce boyuna göre ayarladılar bizim kız ayaklarını bastı ama yürüme eylemi tabi ki yok. Sonuçta pes ettiler daha erkenmiş dediler bende bir oh çektim. Ama kızımı hiç bu kadar eğlenirken görmemiştim sallanan formatta kullanıyoruz (bizim shaggy halılarda sallanması  ya da yürümesi zaten imkansız) ve kızım içinde inanılmaz mutluydu, önündeki müzikli oyuncak barına bayıldı gözü dünyayı görmedi hatta beni bile.



Ha bu arada bu sabah kızımı yine bindirdim kendime kahvaltı hazırlamak için ama bana mısın demedi illa anne olacak yanında umrunda değildi yürüteç falan  galiba rahat günlere daha çok var. Bir de tüm bunlar bir yana kızımı çok kısa sürelerde bindirmeyi düşünüyorum, uzun uzadıya içinde kalması bana da sakıncalı geliyor.

Televizyon ve Bebeklerimiz

Televizyonun zararları saymakla bitmez ki bu biz yetişkinler için bile böyledir. Biraz araştırma yaptım ve sizler için bu yazımı derledim. Açıkcası bütün bu fiziksel etkenlerin dışında televizyonu hayatımızdan çalınmış zaman olarak değerlendiriyorum, elbette ki az da olsa faydalı programlarda var ama ne yazık ki günümüzde tamamen faydasız pek çok programı içeren TV karşısında vakit öldüren çok fazla insan olduğunu da biliyorum. Benim burada bahsedeceğim çocuklarımıza özellikle de 0-3 yaş grubuna olan zararı. Caillou bir çığır açmış hızla yayılıyor ben bunu çevremdeki küçük çocuğu olan bütün annelerden duyuyorum. Her çocukta bir merak, evet eminim yararlı, geliştirici yönleri vardır ama daha 2 yaşını bile doldurmamış çocuklarına bunu izletenler var etrafımda, hatta çok daha küçük bebeklere. Kısaca ben kızıma 3 yaşına kadar TV izlettirmeyi düşünmüyorum. Diyorlar ki çocuk çok hareketli oyalansın biz de işimize gücümüze bakalım ama hele ki sırf çocuktan kurtulma maksatlı TV seyrettirilmesi bana çok acımasızca geliyor.  Peki ne mi bu zararlar;
2007 yılında Journal of Developmental Psychology’de yayınlanan bir çalışmaya göre, 8-16 aylık dönemde bir bebeğin TV seyrettiği her saat başına 3 yaşındaki dil becerisinin 6-8 kelime daha geri olduğu gösterilmiştir. Ayrıca TV’ye maruz kalan 12-36 aylık çocukların hafıza, dikkat ve odaklanma becerisi bakımından TV’yle tanışmayan çocuklara göre dezavantajlı olduğu bulunmuştur. The Archives of Pediatrics dergisinde 2010 yılında yayınlanan bir çalışmada ise haftada birkaç kez dvd izleyen ve hiç izlemeyen çocuklar karşılaştırılmıştır. Bu çalışma ise, ne kadar erken yaşta dvd izlemeye başlanırsa ilerleyen dönemde kelime hazinesinin o denli geri kaldığını göstermiştir. Bu araştırma sonuçları doğrultusunda Amerika’da “The Baby Einstein Company” e açılan davada, şirket dvd’lerin çocuk gelişimine katkı sağlamadığını kabul etmiş ve müşterilerine para iadesi yapmıştır.
“Gelişen İnsan Beyni Üzerinde Televizyonun Etkisi” adlı kitabın yazarı Keith Buzzell’e göre, altı-yedi yaşlarında bir çocuğun beynindeki sinir hücreleri milyonlarca bağlantı yapabilecek bir kapasiteye sahiptir. Bu gelişim potansiyeli, çocuk on-on bir yaşlarına geldiğinde sona erer ve çocuk bu bağlantıların % 80’ini kaybeder. Eğer o yaşlara kadar çocukta bu sinir hücreleri arası bağlantılar geliştirilmemiş ise, artık geliştirilemez. Kullanılmayan kapasiteler kaybedilmiş olur. Sonrasında beyinde üretilen bir enzim, kötü bağlantıları tamamen eritip yok eder.
Kısacası, sinir bağlantılarının gelişmesi tamamen sağlıklı bir şekilde uyarılmalarına bağlıdır. Meselâ bir bebek yerde duran bir topu eline almaya çalışırken, onu dişlemeye çalışırken, atarken, hatta o toptan çıkan ses ya da kokuyu algılamaya çalışırken beynindeki sinir hücreleri kendi aralarında bağlantılar yaparlar. Çocuk televizyon izlediğinde ise çok yönlü sinirsel uyarılma mahrumiyeti yaşar. İşte bu nedenle, kendisiyle konuşulmayan, dokunulmayan ya da oynanmayan çocuğun beyin hacmi, normal çocuklara göre % 20-30 daha küçük kalır.



Uzman Pedagog Sinem Olcay’ın yaptığı açıklamaya göre; yaşamın ilk yıllarında dil ve zeka gelişimi çok hızlıdır. Araştırmalara göre beyin gelişiminin %70’i yaşamın ilk yılında %90’i ise ilk 5 yılda tamamlamaktadır. TV ise beynin gelişim mekanizmasına aykırı prensiplerle çalışır. Bir bebeğin görsel olarak derinlik, boyut, perspektif farklılıklarını anlaması beyin gelişimi adına attığı en önemli adımdır. Oysa ki TV’deki görüntüler bebeklerin boyut farklılıklarını anlamasına yardım etmez: iki boyutlu bir çizim ile üç boyutlu gerçek bir nesne arasındaki farkı bebekler TV’den öğrenemezler. TV’de derinlik yoktur: bebekler TV’de hangi nesnenin daha uzak hangisinin daha yakın olduğuna karar veremez. Erken yıllarda tamamlanan diğer önemli bir beyin gelişimi aşaması da, nesnelere farklı açılardan bakınca onları farklı şekillerde göreceğimiz bilgisidir. Oysa ki TV’deki görüntülere hangi açıdan bakarsak bakalım aynı şeyi görürüz. Yetişkin beyin TV’deki bu yanılsamayı ayırt edebilir ama bebek beyni yanılır. Hatta bebekler TV ekranında gördükleri şeyleri ayrı ayrı figürler olarak değil bir bütün olarak algılarlar. O sebeple de figürleri takip edip izlemek yerine, ekranın tamamına adeta hipnotik bir etkiyle ve boş gözlerle dalıp giderler.
Çocuklarda dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığını öğrendiğimizde TV ’nin sadece zeka gelişimini değil dil becerilerini de neden olumsuz etkilediğini kolayca anlarız. Erken yıllarda dil gelişimi yüz ifadesi, ses tonu, işaret gibi pek çok sosyal ipucuna bağlıdır. Çocuklar kelimelerin anlamlarını söylediklerimizden çok nereye baktığımız, nasıl bir ses tonuyla söylediğimiz, neye işaret ettiğimizi gibi sosyal ipuçlarından yola çıkarak çözerler. Ayrıca çocuklar için dili öğrenmenin en iyi yolu, konuşmanın tanıdık bir kişi tarafından ve kendisiyle soru-cevap gibi karşılıklı olarak yapılması durumudur. TV’de ise bu sosyal ipuçları ve karşılıklı etkileşimden eser yoktur. O sebeple, çocuklar TV  izleyerek dil öğrenemezler.
İşte bunları bilip de kim hala bebeğine TV izlettirebilir?