30 Nisan 2011 Cumartesi

Yine Yeniden Televizyona Dair

Kızıma TV izlettirmiyorum. Evet asla izlettirmiyorum ve izlettirmeyeceğim!!! Hatta son öğrendiklerimden sonra evdeki TV’yi camdan aşağı atasım var, o kadar da delirdim.
Pek çok kişi bilir beni, TV’ye karşı inanılmaz katıyım. Bunu çevremdekilerde çok iyi bildiklerinden, kızımın yanında TV açılmaz, saygı duyarlar buna. Ben daha önce TV’nin zararlarından az da olsa bahsetmiştim burada ama o da neymiş ki meğer. Daha önce duymuştum ama olayın çizgi filmler boyutunda zıvanadan çıktığını bilmiyordum. Duyan vardır mutlaka, subliminal mesaj kavramını. İzlediğimiz pek çok şey de alttan alta gizlenmiş ve tamamen bilinçaltımıza yönelik, o an fark etmediğimiz ama aslında hepimizi etkileyen bir yol. Açıktan açığa yetmedi ki gizlisi de çıktı. O da yetmedi de çocuklarımızdan ne istiyorlar.

Pekmez ve Halı İkilisi

Kızım; yaramazlık yapan ve yaptığı yaramazlığın farkında olup, anne de bunun farkına varınca hafif mahcup, hafif bilmiş bir bakışla kıs kıs gülen hatta bazen beni de yaramazlığın içine çekmeye çalışan bir varlık haline dönüştü ve ben bu haline aşığım.
Bu sabah öyle bir şey yaptı ki, bence bu kadarı için daha erkendi ama olan oldu tabi. Shaggy halıyı çoğunluk bilir hani böyle süpürsen tam süpürülmez, arasına bir şey kaçarsa bulunmaz, yün yumağı gibi bir halı. Alanı da almayanı da pişman edecek cinsten bir şey işte, bakımı tam bir işkence ve ne kadar süpürdüm ben temizledim desen de, aslında hep tam temizlenmediğine dair bir soru işareti vardır kafanda. Peki bu halıya bir küçük kavanoz pekmez döküldüğünü hayal edelim, normal halıdaki tepkinin tam iki katı bir tepki verebiliriz. Hayale gerek yok çünkü gerçek olarak Nurefşan sayesinde yaşadık. 

29 Nisan 2011 Cuma

Beni Güzele Çağıran Ben

Hissettin mi hiç sende benim gibi… Sanki içinde bir sürü sen varmış gibi…
Gülen sen, ağlayan sen, mutluluktan uçan, acı çeken, şükreden, isyan eden, yeter artık burada bitsin diye söylenen, hayır bitemez devam etmeli hem de hızla diyen, acabalarla, belkilerle, yarınlarla, dünlerle, karamsarlıkla, umutlarla dolu bir sürü sen işte…

25 Nisan 2011 Pazartesi

Anne Hasta

Hastalık demek, benim için kızımın hasta olmasından ibaret olmuş. Öyle ki, kendimi ne kadar kırgın hissetsem de hiç hastadan saymaz oldum. Bu sabah uyandığımda, dün geceden sinyallerini veren boğaz ağrısı sonucu, beni yutkunmakta oldukça zorlayan şekilde bademciklerimin şiştiğini fark ettim. Önce pek de önemsemedim hatta halsiz olmama ve ateşten üşümeme rağmen hemen doktora gitmek bile istemedim. Doğal yollarla çözerim ben bu hastalığı diye düşündüm ama eşim bunu kabul etmedi ve düştük yollara.

21 Nisan 2011 Perşembe

İki Tokada Bile Gerek Kalmadan


Öğrendim ki, hayat insanı acılarla olgunlaştırır. Büyük dertler, büyük sıkıntılar ve doluca tecrübeler yaşamadan olgunlaşamaz insan. Boşuna değildir yani “Fincan Hikayesi”. Olgun insan, az konuşur, uzun uzun cümlelere pek de gerek duymaz aslında kendini anlatmak için. Bazen susmanın çok şey olduğunu çok iyi bilir. Olgun olmayan insansa, ne konuştuğunun, ne söylediğinin, kurduğu cümlelerin nerelere gittiğinin hiç farkında bile değildir aslında. Süslü, püslü, pek afilli cümleler kurmakla çok matah bir şey yaptığını zanneder, bilmez ki söz ağızdan çıkana kadar o söz insanın esiridir, ağızdan çıktıktan sonraysa insan sözün esiridir.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Beni de Klonlar mısın?

Çoğu meslektaşımın, mesleğini söyler söylemez karşılaştığı tipik bir cümledir bu. Hatta sonuna bir de kahkaha eklenir her defasında. Bu günlerde tez konumu belirleme aşamasındayım ve tezimin klonlamayı da içinde barındıran bir konu olmasını istiyorum. Tabi bizim yapacağımız klonlama insan ya da hayvan klonlama değil, bir enzim klonlayacağız ve bu iş hiç kolay değil. Bir yılda bitirirsem şükretmekten başka bir şey yapmam.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Özledim

Olur mu hiç size de, bir şarkı dolar kulaklarına ve seni çok eskilerde yaşadığın bir hikayeye götürür. Öyle ki o şarkıyı dinledikçe, sanki o anı tekrar tekrar yaşarsın, sanki hiç bitmemiş gibi, hala ordasın ve hala her şey o günkü gibi yerli yerinde.

15 Nisan 2011 Cuma

Diğergamlık Bir Hayal Mi?

Çok mu zor, çok mu imkansız? Ben her geçen gün bir hayal kırıklığı daha yaşayıp, hayatın ve insanların ne kadar acımasız olduğunu öğrenmek zorunda mı kalacağım?
Diğergamlığın benim ruhumdaki tanımı çok derin ve sanırım bendeki tanımımın gerçeğe yansımış bir silueti de yok.
Bir başkasının derdini, tıpkı senin derdinmiş gibi, derinden, içten, yana yana yaşamak.
Bir başkasının mutluluğuna, tıpkı senin mutluluğunmuş gibi, coşkuyla, samimiyetle ortak olmak.

13 Nisan 2011 Çarşamba

Bu Diş Benden Ne İstiyor?

Hasta zannettiğim kızımın derdinin diş olduğu net olarak ortaya çıktı. Hala bebeğinin derdini tam olarak anlayamayan acemi anne modundayım ama bu tecrübe bir dahaki sefere çok işime yarayacak.
Bugün için plan şöyleydi; sabah 8’de kalkılıp okula gidilecek. Tabi ki bu plan yine yerle bir oldu çünkü gece boyu durum şu şekildeydi:
20:30   Sütünü içen kızımı her zamanki gibi yatağına yatırdım ve uyumasını bekledim.
21:00   Kızımın odasından sesler geliyor, yatağının parmaklıklarıyla konuşarak, oynuyor.
21:15   Kızım çığlıkla karışık ağlamaya başladı, gidip sakinleştirip, uyutmaya çalışmalıyım.
23:00   Uyutmayı deniyorum ama nafile, hala uyumadı, tabi benim sabrım taşıyor artık. Salonda bizimle  takılsın biraz diyorum.
24:00    Uyumayan kızıma son bir deneme yapıyorum uyutmak için ama olmuyor, eli ağzına ağlıyor ve başını yastığa koyar koymaz koparıyor kıyameti. Bu nasıl bir şey ama artık yeter demeye başlıyorum.
01:00    Kızım eşimin kucağında, bu sefer o uyutmayı deniyor. Bende çok acısı var herhalde ki uyumuyor diyorum ve dayanamayıp Calpol veriyorum. Bu arada gözler kıpkırmızı, uykusuzluktan ölüyor.
01:30    Kızım hala uyumadı sanırım sabahlayacağız demeye başlıyorum. Hani nerde bu ilacın etkisi diye isyanlardayım. Kızım çok dertli, uykusuz ve mutsuz.
01:50    Eşimden alıyorum çünkü bensiz uyumaz biliyorum. Şuan şefkatime ihtiyacı var, ben anneyim, sabırlı olmam gerek diyerek telkin ediyorum kendimi.
02:00    Kızım sonunda kucağımda uykuya dalıyor. Derin bir nefes alıp, buna da şükür diyorum.
05.00    Çığlık, kıyamet kopuyor ve kızım uyanıyor. Mümkün değil susturamıyoruz, felaket derecede ağlıyor. Yok böyle bir şey, evde bütün ışıkları açtık, ne versek, ne göstersek kanmıyor. Sadece ağlıyor herhalde apartman ayağa kalkmıştır. Kızımı ilk kez susturamıyoruz, şaşkınız, hafif paniğiz ama biliyoruz ki dişten. Eli ağzında ama hangi diş geliyor bir fikrim yok. Hala acemi anneliğe devam ediyorum. Jel sürsem nereye süreceğim ki zaten jel kızıma yemek olmaktan başka bir işe yaramıyor.
05:30    Kızımı susturduk, elinde buzdolabındaki magnetlerle oynuyor ama onları alıp, uyutmaya çalıştığımız an ağlamaya başlıyor. Çıldırmak üzereyim hatta çıldırdım.
06:00   Artık dayanamıyorum, anne şefkati bir yere kadar. Felaket derecede yıpranmış durumdayım. Eşim halimi görüyor tabi ve alıyor kızımı, ne garip ki kızımda onun kucağına gitmek istiyor çünkü çıldırdığımın farkında. Ve ben uyuyorum.
09:50  Uyandım tabi kızımın sesiyle. Eşim çoktan uyanmış, bilgisayar başında maillerle işlerini halletmeye çalışıyor. O da çok yıprandı, üzülüyorum. Söylediğine göre saat 07:00’de uyumuş bizimki. Kahvaltı hayal önce sabah sütünü veriyorum kızıma ve o da süt içerken uyuyakaldı zaten.
10:30  Kızım tamamen uyandı ve bende hazırlanıyorum, 8:00’da gitmem gereken okula gitmek için. Eşim kayınvalidemi almaya gidiyor bu arada.
11:30  Evden çıkıyoruz, kızım kayınvalidemin kollarında, el sallıyorum ona.
Ben gerçekten çalışan anneleri bir kez daha tebrik ediyorum. Kendi adıma anlıyorum ki, sabah 8:00, akşam 18:00 bir iş benim için şuan pek mümkün görünmüyor. Çalışan annelerin işi ne zor, hepsine sabır ve kolaylıklar diliyorum.

12 Nisan 2011 Salı

Durum: Kızım yine hasta

Bu sefer ağır değil ya da ben alıştım bilmiyorum. Ateş 37-38 arası gidip eliyor, burnu akıyor ama başkaca bir şey yok. Oynuyor, gülüyor, keyfi yerinde. Biraz diş çıkardığını da düşünmüyor değilim ama aynı zamanda da suçumu biliyorum. Evin her yerini köşe bucak gezen bir bebek haline dönüştü kızım artık. Bense bazen ince bir pijama, küçük bir çorapla dolaşmasına göz yumdum. Ayağına patik giydirdim, o çıkardı ama bazen önemsemedim. Dedim ki, alışsın bünyesi, çok sıcak olup, sarılıp sarmalanmaya alışmasın. Pişman mıyım? Galiba. Yani en azından uzun çorap, kalın pijama, ev ayakkabısı gibi çözümler üretmem gerekirdi. Oraya, buraya tırmanıyor ve ayaklar hep yerde. Havalar ısınıyor gibi olunca kaloriferin derecesini düşürdük çünkü ev oldukça sıcaktı ama işte güvenmeyeceksin, hele ki bu havalara. Sanırım bundan böyle, hiçbir havaya güvenemeyeceğim ya neyse.

Ne öğrendim peki? Koştur koştur doktora gitmemeyi, bebeğimi ilaca boğmamayı, 38.5 üstünde ateş olmazsa, çıtçıtlı atletiyle kendi haline bırakıp, yüzünü arada bir ılık suyla yıkamanın bayağı bir etkili olduğunu, panik yapmamayı. Ihlamurlu bakım ve anne sevgisi şimdilik durumu kurtarıyor gibi.

Yalnız işte hep söylüyorum, anneysen yarınının garantisi yok. Bugün okula gitmem gerekiyordu, bugün laboratuarda önemli aktivitelerim olacaktı, günler öncesinde plan belliydi ama olmadı. Bundan sonra okul benim çalışma alanım ve gittiğim günler işim olmasa bile akşama kadar durup, çalışmam ve yapmam gereken ne varsa orada yapacağım. Çünkü evde olmuyor, çok denedim ama olmuyor. Bebekle ders çalışmak imkansız, o uyurken de ancak eve, yemeğe, kendine, eşine fırsat kalıyor. Olmuyor yani hiç ısrar etmiyorum artık evde ÇA-LI-ŞA-MI-YO-RUM.

8 Nisan 2011 Cuma

Biriktirdiğim Tek Şey

Hayatta en nefret ettiğin şey nedir deseler, hiç düşünmeden insan ayırt etmek derim. Sen iyisin benden tarafa, yok sen kötüsün o tarafa. İyi de senden tarafın gerçekten iyi olduğu ne malum. İyiyse bile bu nasıl bir iyilik anlayışı ya da mükemmel insan diye bir şey varda bizim mi haberimiz yok.
Herkesin vardır iyi ya da kötü yanları. Ya da bana göre iyi olan, bir başkasına göre kötüdür. Benim gibi olmayan, benim gibi hareket etmeyen, bana ters hareketlerde bulunanları bir tarafa fırlatayım hatta öyle ki onlara insan muamelesi bile yapmayayım, kendimce iyilerimle, bana uyanlarla takılayım. Ciddi manada nefret ediyorum artık bu tip insanlardan.
Her insanın mutlaka bir güzel yanı vardır, her insanın içinde keşfedilmeye ve yaşanmaya değer bir şeyler vardır mutlaka. Hem herkes aynı olsa, herkes benim gibi düşünse, benim gibi yaşasa, benim gibi baksa, benim gibi görse, bütün yanlışlarımız ortak, bütün doğrularımız ortak olsa ne kadar sıkıcı olurdu hayat. Oysa hayatın renkleridir farklılıklar. Benden en farklı olan insanın bile bana katacak bir şeyi vardır mutlaka inanırım. Yeter ki insan olsun çünkü insanlıktan çıkmış psikopat, cani vs. elbetteki bahsettiğim bu tip yaratıklar değil.
Herkesin kendine göre bir yaşam tarzı vardır. Hiç kimse kimseyle aynı olamaz elbette ama hep benim tarzımda, hep benim gibi insanlar olsun istemem etrafımda. En alakasız olduğum insanla bile sohbet edecek bir şeyler bulabilirim. Çok yakın olduklarımız, çok paylaştıklarımız da vardır arada bir sohbet ettiklerimizde. Önemli olan, insansın sen, ne var ne yok sende, bana verecek, beni anlamlandıracak bir yanın vardır eminim, buyur hayatıma diyebilmektir. Oysa ne kolaydır, çık git hayatımdan, sildim seni, sen bana uymuyorsun tavrı.
Benim felsefem belli, yaradılanı severim yaradandan ötürü. Benimle aynı olan gibi benden farklı olanı da aynı derecede sevebilirim. Yeter ki hayat yolculuğunda bana katacağı tek bir şey olsun, yeter ki o da benim bir tecrübem olsun, hoş bir seda bıraksın bende.
Biriktirmeyi hiç sevmedim, hiç biriktiremedim maddi şeyleri. Bugün varsa şükrederim yerim, yarın yoksa yine şükrederim, sabrederim, beklerim. Tek biriktirmek istediğim şey, insan bu hayatta. Ben öldükten sonra ruhuma bir Fatiha okuyacak kadar insan olsun yeter bana.

Hatıra Dekontlarım

Şuana kadar ALES, KPDS ve ÜDS olmak üzere çeşitli ÖSYM sınavlarına birer kez girmiş bulunmaktayım. ALES pek bir iyiydi ama miadı dolmak üzere. Son ÜDS maceramı da bilen bilir, bilmeyen de buradan okurJ Sonuç tabi ki vazgeçmek yok, önümüzdeki KPDS’ye de başvuruyu yapmış bulunmaktayım.
Ben bu sınavlara girip çıkmayı sabırla sürdürüyorum ama her an yeteeeer çığlığı atabilirim. Kariyer diye tutturduysan bir kere en iyi puanları almak gerekiyor. Durumu bünyesinde otomatikleştirmiş, hadi belki 5 puan daha fazla alırım diye her sınava giren arkadaşlarda çok tabi. Zaten geçerlilik süresi de dolduğu için ortalama 3 yılda bir kendini yenilemen gerekiyor. Master, doktora, akademisyenlik vs. tutturduysan işte bu böyle sürüp gidiyor.
Herşey bir yana da her sınava belli bir ücret yatırıldığı için benim dekontlar birikmeye başladı tabi. Hele bir de “anne”yim ya artık daha çok dekont biriktiririm ben. Bu duruma en çok ÖSYM sevinir herhalde.
Anlaşıldığı üzere ÜDS enkazının altında kaldım ama umudumu yitirmedim. Notumu kimse sormasın ama hamileyken girdiğim KPDS’de bile daha başarılıydım desem yeterli olur sanırım. Neyse arkama hiç bakmadan, hevesimi kırmadan yola devam ediyorum. Elime aldım KPDS deneme kitabını hatta elimdeyken bile kendimi çalışıyor hissettirdi bana.
Nurefşan’a rağmen sınırları zorlayacağım, bu sefer çok kararlıyım. Anne olma durumunun bendeki potansiyeli yok etmesine izin vermeyeceğim. En anne halimle bitireceğim bu işi. Nurefşan’ a hamileyken girdim derslere hatta 8 aylık hamileyken finallere giriyordum. Anne karnında o kadar çok ders dinledi ki, onun İngilizcesi bile benden iyi olacak herhalde. Doğumdan sonra ben mi kötüledim yoksa İngilizcem mi bilmiyorum. Ama önümüzdeki birkaç yıl, bir İngilizce Yeterlik sınavı dekontu daha istemiyorum.

7 Nisan 2011 Perşembe

Sistemlerim çöktü

Eşimin bana dün akşam kurduğu cümle çok netti,  “Nurefşan üzerine kurduğun bütün sistemler çöktü”.
İşte durumum tam olarak bu. Sistemlerin çökmesinin yanı sıra format bile atamıyorum artık. Ne oldu kızıma anlayamıyorum. Gece ya da gündüz ne yaparsam yapayım uyutamaz oldum. Ben mi beceriksizim diye yemeye başladım artık kendimi. Kendi kendine uyuması zaten bir hayal oldu. Kucakta desem etrafı seyrediyor hatta bazen odaklandığı yerin aksine dönsem kafasını zorla çeviriyor. Yanında yatsam o da kar etmiyor. Ninni falan asla işe yaramıyor. Saatlerce uyumuyor, uykusuz duruyor. Ta ki uykusuzluktan gözleri kıpkırmızı olup dayanamaz hale gelene kadar.
İtiraf ediyorum artık kendim uykusuzluğa dayanamaz hale gelince koydum ayağıma bir yastık sallamayı da denedim. Ama o yastığa yatırır yatırmaz dönüp atlıyor ve hemen ilgisini çeken bir şeye koşuyor.
Traccy Hogg yardım et bana diyemeyeceğim artık. Bir bebeğin kendi kendine uyumasının önemi umurumda değil çünkü. O kadar umurumdaydı ki ve kızımı doğduğu andan beri kendi kendine uyumaya o kadar kanalize ettim ki ama işte sonuç. Hem de elimde hiç olmayan bir sonuç. Bu durumda tabi umurumda değil deyip rahatlatmak zorundayım kendimi. Eğer umurumda olursa ki olduğunda gördüm, bunu kafama takıp düşündükçe takıntı yapıyorum.
Yalnız alışık olmadığım için tahammül sınırlarım fazla zorlanıyor. Aradan geçen 3 saat sonunda uyumadıysa, bütün saçlarım dik dik eşime al şu kızı fırlatacağım şimdi deyip uzaklaşıyorum oradan.  Bu olayın sinirle karışık şakası tabi ama cidden dayanamıyorum. Ya benim sinirlerim çok zayıf ya da çok tahammülsüzüm. Sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor gerçi. O çok sevimli, en değerli varlığım, delisi olduğum kızım beni öyle bir delirtiyor ki attırıyor kendini başımdan.
Ben en iyisi bebekliğinden beri yaşamış olduğum rahatlığa şükredeyim. Hatta bunu bir kar sayayım kendime. Etrafımda yeni bebeği olanların çektiği uykusuzluk çilelerini gördükçe kızımın geçmiş 8 ayına şükretmezsem de olmaz zaten. Ne yapayım annelik her yönüyle fedakarlık, sanırım artık yeni kızıma alışsam ve durumu kabullensem iyi olur. Hatta mümkünse uykusuzluğu da kabullenip uyku hayali kurmayı bıraksam da iyi olur.
Not: Ben kızımın delisiyim derken olayın duygusal boyutunu ele almıştım ama sanırım bu her yönüyle bir delilik. Annelik, sevgiden delirmekle beraber, zaman zaman sinirden de delirmek olsa gerek.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Güncelleme

Gündüz uykusu: Bugün hiç yoktu.
Gece uykusu: Dün gece 12’den 04:30’a kadar nöbetteydik.
Dişler: Sürekli eli ağzında ağlıyor özellikle gece uyanınca ama ben çözemedim artık. Hangi dişler, nerdeler, ne zaman gelecekler düşünmekten yoruldum.
Hareket: Bir bebek yatağa konduğu anda ayağa kalkar mı hele ki gece uykusundan uyanır uyanmaz ayağa kalkar mı? Refleks gibi sanki anında tutunup kalkıyor. Tamam ilk zamanlar iyi hoştu ama bu kadarı da fazla.
Anneyle ilişki: Anne delisi, çılgını, yapışık ikizim benim. En mutlu olduğu an kucağımdaki an. Bir de şimdi gel beni kucağına al edasıyla çokbilmiş bir ifadeye bürünüyor yüzü sanki mecbursun sen buna hadi anne der gibi.
Oyuncak: Dün bir bebek mağazasını gezerken onca oyuncağın içinde gözü bendeydi hep bende. Yaramaz toplar aldık ve sabahtan beri kavrasın diye uğraşıyorum ama yok, sadece kucağımdayken oynuyor. Korkuyor cidden, hele ki oyuncakla baş başa kalırsa bir çığlık atıyor ki inanamadım. Ağlaya ağlaya peşime geliyor. Her bebekte var mıdır bu tepki yoksa Nurefşan’a has bir durum mu bu?
Emzik: Uyurken alıyordu en azından uyumasını sağlıyordu ama şimdi onu da kabul etmiyor. Yatırınca ağzına koyuyorum püskürtüyor hemen hatta eline alıp yataktan dışarı atıyor.
Yemek: Eline bir şeyler verip onlarla oyalanırken yedirebiliyorum. Yoksa tadına bakmak için bile açmaz oldu ağzını.
Yaramazlık: Eline peçete geçirirse hiç vakit kaybetmeden yemeye başlıyor. Duvarlara tutunup prizlere ulaşmaya başladı bile.

2 Nisan 2011 Cumartesi

İyiyim ben

Üzerinde büyük yalnızlıklar taşıyan, yüzümden çizgi çizgi yansıyan, bazı zamanlarda çokça ağlatan, hiç ama hiç unutulmayan, acı ama ne acı diye inleten tüm yaşanmışlıklarıma rağmen iyiyim.
Hayatta aklımı geçtim hayal bile edemeyeceğim büyük hayal kırıklıklarına uğratan O’na rağmen iyiyim.
Çoğu şeyin olması gerektiği gibi olmamasına ve hatta ben hep daha da eksildiğimi hissetmeme rağmen iyiyim.
İyilerle kötülerin bir arada yaşadığı bu dünyada iyilikle kötülüğün karıştığını fark etmeme ve en iyi sandığımın meğer ne kötü olduğunu kabullenemeyişime rağmen iyiyim.
Yozlaşmaya, yozlaştırılmaya, hayatımda çokça yer işgal eden ama olduğu gibi görünmeyip görünmediği gibi olanlara rağmen iyiyim.
Ağzımı kocaman bir şaşkınlık ifadesiyle açtırıp beni en arabeskinden yıkanlara rağmen iyiyim.
Tüm zan’larımın yanlış olduğunu fark ederken “zannediyorum” kelimesini hayatımdan sonsuza dek çıkarmama rağmen iyiyim.
Çok seviyorum dediklerimi çok sevmekten yorulduğumu fark ederken, bu sevgimi hiç de hak etmemişlere vermiş olmama rağmen iyiyim.
“Meğer” demekten nefret ederken kendimi bu kadar “Meğer” derken bulmama rağmen iyiyim.
Güvenim yok…
İsyanım yok…
Acım çok…
Hüzünlerim, hayal kırıklıklarım ve içimde biriktirdiğim tüm “yazık ama çok yazık” nidalarıyla…
Şükrüm çok…
Şükrüm çok çünkü beni asla yalnız bırakmayan ve beni asla yolda koymayan ve beni asla unutmayan yaratıcım var…
Bilirim ki O’ndan ötesi yok…