Yaşama Dair

Olasılıksız Olan Tek Şey

Olasılıksız, pek bilinen ama benim okumakta epeyce geç kaldığım ve sonrada kendi kendime bunca zaman okumadığım için hayıflandığım kitap. Bir solukta bitince öncelikle yazara hayran kaldım. İnsan nasıl bir donanımla böyle bir kitabı kurgular, bunu yazmış olmak nasıl bir duygudur diye geçirdim içimden.
Çevremde kitabı yarım bıraktığını söyleyenlere şaşkın bakışlar atmış olsam da, bu kitabı sevmek sanırım biraz da bilime aşina olmayı gerektiriyor.
Her şey bitip de şöyle düşünmeye başlayınca, düşüncelerim karşısında dehşete düştüm önce. Hiçbir şey ne olasılıksız ve ne de tesadüf değil. Bu kısacık cümlenin içi o kadar dolu ki.
Hani yolda yürürken çarpıştığımız bir insan, ya da kalabalık diye binmediğimiz bir otobüs, çokça yakınılsa da yolda kalan metrobüs, yağan kar yüzünden ertelenen işler, karda takarım diye arabaya zincir almak için girdiğin benzin istasyonunda oyalanma süren, şimdi her şeyi bırakmış bu yazıyı okuyor olmak... Kısaca tüm bunlar ve günlük rutin içinde yaptığımız her şey bizi ve çevremizdeki her şeyi zincirleme olarak etkileyecek olaylar silsilesi ve hepsinin oluşu binlerce olasılıktan sadece biri.

Büyü Bozulmasın

Güzel olan, iyi giden her şeyin bir büyüsü var sanki. Dokunulmadığı sürece, saf kalabildiği kadar o güzellikte ve o iyilikte devam ediyor her şey. Ta ki bir insan eli, bir insan gözü ilişene kadar.
Hiç kimsenin bilmediği, üzerinde fazla konuşulmamış, saklanmasa da aşikar edilmemiş her ne varsa yolunda gider. Mesela, var olan bir proje ya da yapılacak bir iş, eyleme dönüşmüş hayaller ve sağlık, sıhhat, huzur, aşk, para..
Anladım ki, kendinle ilgili, hayatınla ilgili hiç kimseye konuşmayacaksın. Sorana ne kadar iyi olsan da, orta halli yuvarlanıp gidiyoruz açılımdan bir iki cümleyle geçiştireceksin halini ve vaktini. Fazla da göstermeyeceksin yaptığını ettiğini ve en azından bitene kadar, bir şeyleri tamamlayana kadar sükûneti koruyacaksın.
Devamı


Yakalanan Huzurun Vay Haline

Hep bir yarına umutla bakma, huzuru ötelerde arama, mutluluğu erteleme savaşı…
“An”ın içinde yaşadıklarını hiç düşünmeden geleceğe ümitler biriktirme yarışı…
Oysa hayat hep “şu an”dan ibaret değil mi ki, neden her içinde bulunduğun “an”ı, belki de tek gerçek olanı yitirme telaşı.
Hepimizin yok mu ötelediğimiz hesapları, şunu şuna katma, bunu bundan çıkarma ve yerli yerine koyma planları. Anladım ki, insan kendisinin nasıl mutlu olacağıyla ilgili maddi kaygılar içindeyken, yitirilmiş zamanların ardından özlediği, beklediği, bugünü harcadığı hayallere ulaşsa bile mutlu olamıyor.
Devamı


Benzesek de Aynı Olmayalım

Hep duymak istediklerinin söylenmesini bekleyen, farklı seslere tahammülü olmayan, çatlak seslerden rahatsız olan ve sürekli onay görüp destek isteyen insan grubunu anlayamıyorum. Öyle ki, bunların tam tersi olduğunda, içten içe geçirdiği tahammülsüzlük krizi dışına da yansıyan, çok bağırmayı doğru söylemek zannettiği için maharet sanan ve oysa ki bir fikrin kendisine destek bulması için yüksek sesle söylenmesi gibi bir zorunluluk olmadığını algılayamayan kişiler tanıdım.

Devamı


Olsun, Vakit Geç Değil

Durduğun yerin aslında olmak istediğin yer olmadığını anlamak nasıl bir duygudur?
Büyük bir heyecanla istediğini sandığın, hayallerini kurduğun, emek harcadığını şeyin aslında hiç de hayalin olmadığını anlamak nasıl bir şeydir?
Bu yüzden o şeye ait her şey ve herkes sana itici gelir ve onları görmeye tahammül bile edemezsin kimi zaman. Bu yoldan dönme ihtimalin de yoktur, çekip gitme ihtimalin de. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğin şeyin, sonuna bu kadar yaklaşmışken çekip gitmek sana yakışmaz çünkü bilirsin. Üstelik harcadığı zamanı boşa harcamış olmak ve çöpe atmak da öylesi ağır gelir ki insana.
Devamı


Eskiyen Yeni Yıl

Yeni bir yıla girmek benim için yürekte heyecan duyulası bir şey değildir. Yarını bugünden farklı kılan, üzerinde uzunca hayaller kurduran ve sanki yeni yıl yepyeni bir hayatmış heyecanına sürükleyen şey nedir? Değişenin takvim yaprağı değil de koca bir takvim oluşu mu?
31 Aralık ile 1 Ocak arasında hiçbir fark görmüyorum o yüzden. Eğer insan aynı insansa, kafa aynıysa, durum aynıysa, dünle bugün yapılanlar arasında bir fark yoksa takvim bir değil yüz yıl ilerlese de o insan adına değişen bir şey yoktur ve dolaysıyla heyecan duyulacak bir şey de yoktur.
Kalsan da Hoş, Gitsen de Hoş

Dert(?) denilen şey nasıl gelir?
Tek sıra halinde ara vererek? Ya da sıra gözetmeksizin komplike şekilde?
Her iki biçimde de gelme ihtimali vardır elbette ama ben bugüne kadar ilk şıktakine pek denk gelmedim. Benim hayatıma dahil olan dertler her zaman komplike olarak üstüste gelmeyi yeğlemişlerdir.
Yaşadıklarımdan Değil Yaşayışlarımdan

Öğrendiğim o kadar çok şey var ki bu hayattan…
Öğrendiğim için şükürle dolup, umuda doğduğum o kadar çok şey var ki…
Sabit bir hızla giderken, sanki hep böyle gidecekmiş gibi zannederken, aniden frene basman gerekirken, ya duvara toslamak ya da büyük bir sarsıntıyla durmak gibi bir şey hayat.

Bazen en basit şey için bile “yarın” ile başlayan bir cümle kurduğumda, dudaklarımda olağan dururken ruhumda eğreti durduğunu hissediyorum. Her “yarın” deyişim bir sızıya dönüyor kalbimde, kızıyorum kendime.
Şimdi Bana Kaybolan Yıllarımı Verseler

Zümrüt yeşili gözlerinin içinde gizlediği hüzne rağmen çok güzeldi o. Benim olamadığım kadar güzel. Güzel olmak hoştu ama insanın kaderi güzel olsundu ve hatta Allah çirkin şansı versin sözü de boşuna söylenmemişti.
15 yaşındaydı annesini kaybettiğinde… Gencecik bir kızdı, annesine en ihtiyacı olan zamanda onsuzluk en büyük sınavı olmuştu. Babası, annesinin vefatından çok kısa bir süre sonra yeniden evlenmişti. Üvey annesi hiçbir zaman ona kötülük yapmamış olsa da, yıllar sonra yaşı 40’a dayandığında ona; "Babam seninle iyi ki evlenmiş" diyecek kadar samimi olsa da, yüreği paramparça olmuştu. Annesinin yerine babasının yanındaki bir başkasına alışamamıştı, alışamazdı da. Hangi evlat annesinin bir başkasıyla doldurulan yerine dayanabilirdi ki.
İnanmak; Yanına Tek Kalan Gibi

İçimde susturduklarım var.. Belki de seslerini zorla bastırdıklarım..
Konuşmalarından değil de çığlıklarından korktuklarım var.
Kendime bile itiraf edemediğim eksiklerim var ve hatta fazlalarım.
Oysa korktuklarımdan emin olacak kadar büyük bir güç var kalbimde; inancım.
Bedel Ödemenin Bedeli

İnsan yaptığı hataların bedelini öder mi? Kesinlikle ödediğini düşünüyorum.
Hataların bedeli belki bu dünyada belki de öteki alemde ama mutlaka bir yerde ödenir, ödenmelidir de. Sınanmanın hakkı da bunu gerektirir. Yapılan kötülükler de, haksızlıklar da kimsenin yanına kar kalmaz, kalamaz. Elbette ki, pişmanlık, hatadan dönme ve o hatayı affettirici işlerde bulunup çaba sarf etme müstesna.
Ayinesi İştir Kişinin

Etrafıma şöyle bir bakıyorum ve yaptığı işi ciddiye almayanların ne çok olduğunu görüyorum. Oysa insan bir iş yapıyorsa eğer, ne iş olursa olsun hakkını vermeli öyle değil mi?
Bir şeyi yapıyorsan ciddiye alacaksın ve hatta sevmesen bile. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü sevmediği işi yapan, aslında çok farklı yetenekleri olduğu halde içinde bulunduğu işin içine girmiş ya da sürüklenmiş kişilerin varlığı da bir gerçek. Yine de, eğer bir işi yapıyorsan o işin tüm sorumluluğu sana aittir. Sevmediği işi yapmak bir insan için gerçekten çok zordur, belki seven birine göre kat kat daha yorucu gelir ama eğer bu yola girildiyse bu sebebin altına dahi sığınılmamalıdır.
Kalleşliğe Güç Yetmez!

Çok mu ağır oldu? Hafif olsaydı da anlamı olmazdı.
Bu sözü rahmetli annemden duymuşumdur zaman zaman. O zamanlar ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamasam da, şimdi çok iyi anlıyorum ne demek istediğini.
Bir takımın fanatiği olur insan ya da bir sanatçının. Belki daha bir sürü şeyin de fanatiği olur da bir insanın fanatiği olur mu? Bence olur. Mesela ben babamın fanatiğiyim. Fanatik hayranım ona, onun çizdiği yola, dönülmez yollardan dönüşüne, girilmez yollara girişine. Kalleşliğe güç yetmeyişinin en büyük örneğini babam yaşadı önce. 
Hakedilen Midir Yaşanan?
Bazen kendimi tanıyamıyorum. Düşünüp duruyorum nasıl bu kadar değiştim, nasıl böylesi bir ben olabildim diye.
20 yaşıma kadarki gençliğimi belki de çocukluğumu havailikle geçirdiğimi sayarsak son 5 yılda yaşadım bu büyük değişimi. Şimdi eski ben bana o kadar yabancı geliyor ki. Orda bir yerlerde duruyor, geçmişten bana sadece el sallıyor. Yaşadıklarımı yazsam roman olur derler ya aslında benimki o hesap ama yazmasam daha iyi.
Kedinin Uzanamadığı Ciğer

Çoğu zaman görmezden geliyorum hatta görmeye bile değmez diyorum ama işte bazen insan konuşmadan edemiyor. Konuşmasa içinde bir sinir bombardımanı sürüp gidecek.
Az değil, öz değil, parmakla saysan bitecek gibi değil ki bu türler. Ne kadar fazlalar, ne kadar çoklar ki ben bunu daha yeni yeni anlıyorum. Hiç sevmem, hiç hazzetmem birilerini iğnelemekten ya da çaktırmadan laf söylemekten o yüzden gayet açık söylüyorum işte; kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş.
Umurumda Değil

Hiç kimsenin kahrını çekemem, hiç kimsenin lafını da ve hatta nazını da… Kısaca hiç kimsenin hiç bir şeyini çekemem ben bu saatten sonra.
Çok sesli kızamam artık hiç kimseye, küsmekle de vakit kaybedemem. Kimseye değer vermediğimden değil bu ama hani “şurama kadar geldi yeter!” diye bir şey yok artık çünkü hep şuramda zaten, hep limitlerin zorlandığı noktada.
Hayat senden öyle büyük bir şey aldıysa, hayat senin dününle bugününün arasına kalın bir çizgi çektiyse başka türlü olamıyorsun zaten.
İnandığın Hayal Kandığın Rüya Olmasın

Hayali olmayan bir insan var mıdır? Sanmıyorum ki olsun. Kendine bile söylemediği hayalleri de olsa vardır ama mutlaka vardır.
İnsanın hep bir umudu vardır ve umut da hayallerde saklıdır. Bu benim inancım, yarına dair hayaller olmazsa umut da olmaz ama hayaller insanın bugününü ipotek altına alıyorsa eğer, işte orada bir sorun vardır.
Hayalin de bir mantığı vardır bence. Gerçekleşebilirliği olmalıdır ama elbette ki imkansız diye bir şey yoktur. Lakin mantık çerçevesini fazla zorlarsa insan rüyaya düşer ve her rüya gibi o da biter.
Derdini Kıskanıyorum

Herkesin vardır bir derdi, kimi çok büyüktür kimi çok küçük. Hatta bazı dertler dert bile değildir, anlamsızdır. Böyle durumlarda amacın kendine illa ki bir dert edinme isteği olduğu ya da gerçekten dertsizlikten derdin ne olduğunun pek de bilinmediği gelir aklıma.
Bazen dinledikçe sinir olduklarım olur. Bazen de ne şükürsüzsün be insan diye içten içe söylendiğim de. Haksızlık etmek istemem elbette dert derttir kimi az kimi çok ama elindekinin kıymetini bilmeyip bir basamak daha yukarıda olmadığı için dertlenenleri, alamadıklarına veremediklerine ağlayanları ve hep yarınki mutluluğuna odaklanıp planlarıyla bugününe gölge düşürenleri anlayamıyorum.
Ben Hala O Şarkıdayım

Bazı şarkılar vardır demiştim daha önce, dinleyince aklına zamandan bir kesit gelir. Sana yaşadığın bir anı, bir anıyı hatırlatır hatta bırakır seni o anın kucağına.

Başka bir duygudur bu, her şey capcanlı karşındadır ve o an hissettiğin bütün duygular yüreğindedir. Zamanda yolculuk gibidir aslında, eğer mutluysan o zamanda kalmak ve hiç dönmemek için çırpınırsın.


Bir de bazı şarkılar vardır ki dinleyemezsin bile.

Ben Seni Anladım da, Sen Beni Anladın mı Acaba?

Bazen karşındakine bir şeyi anlatmak için çırpınırsın ama an-la-maz. Aslında anlamayana da anlatmak için uğraşmaya hiç değmez, değmiyor.
Bir insanı anlarken önce onun ruh halini anlamak gerekiyor aslında. Şuan nasıl bir ruh halinde, şuan ne hissediyor, acaba bu insanın derdi nedir, içinde ne tür fırtınalar vardır? İşte bunu düşünmek ve bunu düşünerek konuşmak mesele.
Sekiz Köşe Kasketi Olmasa da

Fatih Kısaparmak’ın “Bu adam benim babam, sekiz köşe kasketiyle…” şarkısını söyleyip anacağım bir babam olmadı. Benim babam çok ama çok orijinal adam. Benim babam, ortada olmayı hiç sevmedi ve bu yüzdendir ki hiç ortada olmadı. Büyük hayallerin, hayal gerçeklerin peşindeydi hep. Benim babam ya en yukarda oldu ya en dipte ama hiç ortada durmadı. Ortada durup, sakince yaşanacak dingin bir yaşamı tercih etmedi.

En dipteyken, hep buldu kendine basamak yokken bile yukarı çıkmanın bir yolunu. En yukardan şiddetli bir sarsıntıyla aşağı düştüğündeyse inlemek, ağlamak, yakınmak yerine çözüm aradı. Sanki düşen o değilmiş gibi, sanki az önce onca şeyi bir çırpıda kaybetmemiş gibi, daha güçlü attı adımlarını ileri… En ileri…