Senai Demirci, severek okuduğum ve severek dinlediğim bir yazar. Nurefşan’dan önce birkaç söyleşisine gitme fırsatı bulduğum ve samimiyetine yürekten inandığım bir insan. Her şeyi, en önemlisi inancı dupduru yaşamak gerektiğine inanırım ben. İçine sahtelik, içine çıkar, menfaat ya da gösteriş katmadan ne olursa olsun yaşamak inancını. İnandığın şey her neyse dupduru yaşamak ki bence her inanç bunu gerektirir ve yine her inanç her şeyden önce saygı gerektirir.
İbrahim Tatlıses; yaptığı müzik tarzım olmasa da hatta ne yalan söyleyeyim tarzından pek hazzetmesem de içimizden biri. Yaşam biçimi beni hiç ilgilendirmese de, “İsteyen istediğini yaşar ve bu hiç kimseyi ilgilendirmez!” prensibinde olsam da, her yaşam bir ibrettir inanırım buna ki buna bende dahilim. En önemlisi o bir insan ve o her şeye rağmen hepimizin tanıdığı biri. Üzüldüm elbette yaşananlara, yine bir an haberi duyunca oturup düşündüm. Hastalıklar, ölümler, saldırılar vs. hayatımızın en gerçek gerçeği ne yazık ki.
İşte bugün Facebook’ta denk geldim Senai Demirci’nin “İbrahim Tatlıses’in Yoğun Bakım Notları” başlıklı yazısına. Sanki içimden geçenleri anlatmış, madde madde sıralamış, değişik açılarda gezdirmiş kalemini.
“Ünlülerin yaşadığı trajediler, aslında her birimizin trajedisidir. Onların susuşuyla içimizden bir ses çekilir. Onların gidişiyle hatıralarımızdaki görüntüler devrilir. İbrahim ya da bir başkası hatasıyla sevabıyla “bize ait”tir. İçimize kök salmış bir yaşanmışlığın ilmekleridir onlar.” diye başlamış söze.
Bir gerçeğimize değinmiş;
“Hiçbir ana evladı “ölü ele geçirildi” haberine konu olacak kadar sıradan değil, hiçbir “Mehmetçik” politik kazançlar arasında eksiltilmesi göze alınacak soğuk rakamlardan ibaret değil. Bari şimdi oradan buradan değil, “anadan” bakalım olaya… Yoğun bakalım.”
Ve işte en gerçeğimize değinmiş;
“Hırslarımızın kurşunları delip geçmesin insafımızı. Şehvetlerimizin ayakları altında paralanmasın şefkatimiz. Çoğaltma tutkusu bizim için biricik ve bi’tanecik olan, asla tekrarlanmayacak şu hayatı yağmalatmasın bize. Gelin can olalım, birbirimize. Can dediğin kuştur ten kafesinde, hemen uçabilir işte. O eşi benzeri bulunmaz değerdeki can, yırtılabilir, dağılabilir bu incecik tende bulunduğu sürece, yapmamız gerekenleri gözden geçirelim şimdi. Önceliklerimizi yeniden sıralayalım. Kıyametimizi koparalım, sonraya kalanları öne alalım, öne aldıklarımızı sona bırakalım.”
Son olarak yazısını şu cümlelerle bitirmiş;
” Erkeklerin o ana yüreğini göğüslerine taşımaları için, göğüslerinde ana yüreği taşıyan kendi analarına, eşlerine, kızlarına , kız kardeşlerine yetişebilmeleri için daha çoook koşmaları gerek. Mesela Derya Tuna’nın “duanızı bekliyor” değil de, “duanızı bekliyoruz” deme inceliğini kimse kadın ve ana olmaktan başka bir şeyle açıklayamaz. Yoğun bakımdaki İbrahim Tatlıses, vefasızlık ettiğimiz, vefasının hakkını veremediğimiz tüm kadınlara bin özür olarak gözümüzün önünde duruyor. Yoğun bakalım İbrahim Tatlıses'e…”
Yazının tamamı burada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder