Vardı senin de bir mutluluk sebebin ama o hep yarınların ardındaydı ve sanki Kaf Dağı’nın ardı gibiydi yarınların; ulaşılmaz. Gelmedi bir türlü, gelmek bilmedi yarınlar. Sen yarın diye bir şeyin olmadığını ve hayatın sadece bugünden ibaret olduğunu hiç anlamadın. Mutlu olmak için hep bir sebep vardı oysa, gülebilmenin yolu vardı da her defasında, sen bulamadın!
En çekilmez günün, en zemberek sınavın, en büyük zorlukların içinde bile gülmeye bir sebep vardı. Umuda bir yol vardı ama göremedin. En arabeskinden yaşadığı hayatın içinde bile, kapı aralığından göz kırpan huzuru yakalayan da, onca olumsuzluk içinde küçücük bir olumluluğu çıkarıp sarılan da, bir tomurcuk gülün kokusuyla yüzünde tebessümler açtıran da vardı. Yarına umut saklamak ve mutluluk ısmarlamak ne komik şey değil miydi? Yarının bugünden daha iyi olacağı, bugünün yarından daha az kötü olacağı, kötü sandığımız şeylerin aslında gerçekten kötü olup olmadığı, mutluluğu yakalamak için gerekli iyi-kötü ölçütünün bir standardının olup olmadığı belli miydi?
Keşke sen, acı diye sızlanırken, derdim çok diye sıralayıp yakınırken o an mutlu olmana milyon kez sebep olacak şeyleri fark edebilseydin. Keşke sen, şikayet edip dururken, bir kez de olsa en şikayet edilesi zamanda bile şükre sebep şeyleri görüp şükretseydin. O zaman her şey çok başka olurdu… O zaman hiçbir şey bugünkü gibi olmazdı…Belki.
1 yorum:
Şikayette ne kadar bonkör isek, şükürde bir o kadar nankörüz maalesef.
Yorum Gönder