29 Şubat 2012 Çarşamba

28.Hafta: Tek Sorun Kansızlık

Bu hafta doktor kontrolü ve şeker yüklemesi haftamdı. Bu gebelikte her şeye sondan yetişir olduğum için, şeker yüklemesi de son noktaya kadar beklenenlerden oldu.

Kızımın doktora gideceğim gün ateşlenmesi sebebiyle hastaneye saat 10'dan sonra gitmek zorunda kaldım. O saate kadar aç kalıp bir de üzerine o korkunç limonatayı içip, 1 saatte öyle beklemek zorunda kalınca midem hamileliğin en büyük eziyetini çekti. Sonuçlar iyi çok şükür, hamilelik şekeri çıkmadı. Yalnız kan değerlerim hala epey kötü ve destek olarak yeni bir ilaç yazıldı.

27 Şubat 2012 Pazartesi

"Anne Buuu"

Bazı şeylerin değeri geç elde edilince daha iyi anlaşılır ama bu az sonra anlatacağım konu için geçerli midir emin değilim. Anne dediğin erken de olsa geç de olsa bunun değerini çok iyi bilir herhalde.

Kızım daha 1 yaşına girmeden baba demeye başlamıştı. Bir dönem hayatındaki tek kullandığı kelime eğer mamayı saymazsak babaydı. Öyle ki, günde yüzlerce kez baba deme potansiyeline sahip olmakla birlikte bunu gayet bilinçli söylüyordu. Tabi bu durumdan dolayı babası tabiri caizse sevinçten dört köşeydi. Bir gün anne de diyecekti biliyordum ama baktım hiç niyeti yok ümidi kesmiştim.

24 Şubat 2012 Cuma

Pepe'nin Düşündürdükleri

Kızıma hala TV seyrettirmediğimi söyleyerek başlamak istiyorum. Yalnız Pepe’yi de bilmemem imkansız tabi. Çevremde neredeyse izlemeyen çocuk yok, izlemeyenine en azından ben rastlamadım.

Geçenlerde kardeşim bana, abla bari Nurefşan’a Pepe’yi izlet falan dedi. Hemen şöyle-böyle zararlı bak, olur mu hiç izlet demekle diye yedim çocuğun başının etini. O da bana, ama biz arkadaşlarla bayılıyoruz Pepe’ye, bak sana bir videosunu göstereyim dedi. Hemen çıkardı afyonunu ve bir video açtı.

Masumiyetine Aşkım

Şu anda evinde her gün değişen, her gün biraz daha büyüyen küçücük bir bebeği, ufacık bir çocuğu olup da hala mutluluğu arayan ya da mutluluğun ne olduğunu bilmediğini söyleyen varsa şaşırırım.

Gerçek mutluluk ne ulaşılması beklenen hayallerde, ne para pulda, ne de tek tek tırmanılan başarı basamaklarında oysa. Gerçek mutluluk ufacık gözlerden fışkıran o sevgi dolu bakışın masumiyetinde. O gözler öyle gözler ki bıraksalar sonsuza dek o gözlere bakabilirim. Bir sevgilinin gözlerine bakmak gibi değil sadece ya da sevgiliye duyulan aşkın heyecanı gibi değil... O gözlerde kaybolmayı dilemek ruhunu temizlemek gibi, tüm günahlarından arınmak gibi, o masumiyetin içine hapsolup mecburen masum olmak gibi... Bu masumiyete hapsolmak dünyanın en güzel tutukluluğu gibi.

23 Şubat 2012 Perşembe

Kariyer Uğruna

Son zamanlarda kendimi neden hep ağlarken buluyorum. Bu duygusallık bana ağır gelmeye başladı. Ağladığım şeyler öyle ciddi şeyler olsa gam yemeyeceğim ama bazen o kadar ipe sapa gelmez, saçma sapan şeyler oluyor ki gözyaşlarım akarken bir yandan kendime inanamıyorum.

Bugünkü ağlama sebebim de yine ağlamasam iyiydi türünden ama tutamıyorum kendimi. Sanki benim elimde olmadan otomatik olarak açılıp kapanan çeşme gibi gözyaşlarım. Ağlamaya başlayışımdan saniyeler önce az sonra ağlayacağımı ön göremiyorum. Şu benim tez meselesi iyice yılan hikayesine döndü ve moralim inanılmaz bozuldu. Moralimi bu kadar bozan tez değil aslında, normal şartlarda olsam kafama takmazdım bile. Uzatmak, yüksek lisansın şanındandır der avuturdum kendimi lakin ben hamileyim. Yakında bir bebeğim daha olacak inşallah ve ben bir elimde bebek, bir elimde 2 yaşındaki kızım yüksek lisans için koştururken inanılmaz zorlanacağım. Hem ikisini birden nasıl bırakırım, ikisini birden nasıl yüklerim kayınvalideme. Hem daha yeni doğan bebeğimi en azından birkaç ay bırakamam ki.

22 Şubat 2012 Çarşamba

27.Hafta: Kendini Fazla Yormamalı

Bu hafta itibariyle 3. Trimester'a girmiş bulunuyorum. Son kavşak diyorum artık çünkü göz açıp kapayıncaya kadar geldik bugünlere, bundan sonrası da uzun sürmez sanmıyorum.

Bu hafta biraz ağrı yaşadım, hele ki bir akşam beni yataklara düşürecek kadar şiddetliydi. Tecrübeli olduğum için pek panik yapmıyorum ve o gün hani pek ev işi yapmayı sevmesem de iş yapasım tutmuştu. Sürekli ev işi modunda değilimdir ama olduğumda da pek durmak bilmem. Sanırım artık ev işi olayını düzen ve ciddiyete oturtmam gerek. Ara sıra bir yardımcı dahi gelse bir kadının evde yapacağı şeyler bitmez.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Kitap Okumak Aşkına

Henüz anne karnındayken bir bebeğin hem fiziksel hem de ruhsal gelişiminin başladığı artık biliniyor. Öyle ki, daha anne karnında çocuğun psikolojik, ruhsal ve davranışsal karakterinin oluştuğu söyleniyor. Annenin hamileyken içinde bulunduğu şartlar, stresten uzak durması, huzurlu bir hayat yaşamasının önemi ve anne psikolojisinin bebeği daha anne karnında etkileyeceği belirtiliyor.

Amacım burada bilimsel bilgi vermek değil elbette çünkü benim tüm paylaşımlarımın odak noktası kendim ve tecrübelerim üzerine kurulu yani tamamen kişisel bir şey. İşte bende tüm bunlara inanıyorum hatta bazı kaynaklarda annenin okuduğunun, dinlediğinin ve düşündüğünün bile önemi vurgulanıyor. Bilimsel kaynakların yanında okuduğum dini kaynaklarda da hamile bir bayanın yanında son derece sakin davranıp konuşulması gerektiği, güzel şeylerden bahsedilmesi gerektiği ve olumsuz davranışlardan kaçınılması gerektiği yazıyordu.


17 Şubat 2012 Cuma

Tahammülüm Yok

Cehalete tahammülüm yok. Bir kere söyleneni değil kırk kere söyleneni bile anlamamakta direnen, anladığı halde anlamazlıktan gelen kör kütük cahil olmasın etrafımda ne olur... Çok şey istemiyorum ama ben dimi?
Çocuğuna yapmayacağı şeyi yapacakmış gibi söyleyen, yalan vaatlerle istediğini yaptıran sonra da vaatlerini yerine getirmeyen ve çocuğuna aptal muamelesi yapan annelere de tahammülüm yok.
Çocuğa yemek yedirmek için bu yemeği ye sana pamuk şeker alacağım deyip sonra da almamak nasıl bir mantıktır ben çözemedim. Yemek yedirmek için vaatlerde bulunmak zaten ne kadar doğru tartışılır, hadi 3 yaşındaki çocuğa pamuk şeker yedirme düşüncesini de geçtim ama ya yalan söylemek. “Yalancı bir insan nasıl yetiştirilir?”in en somut örneklerinden biri olsa gerek bu, demek ki neymiş her söylenen yapılmak zorunda değilmişin en bariz öğretim şekli.

15 Şubat 2012 Çarşamba

26.Hafta: Detaylı Ultrason

Zaman ben her hafta yazdığım için mi bu kadar hızlı geçiyor bilemesem de tutamıyorum zamanı diye çığlık atasım var. Neredeyse hamileliğimin dörtte üçlük kısmını tamamlamak üzereyim ama yapacaklarım gözümde dağ gibi büyüyor ve hiç bitiremeyecekmişim gibi hislere kapılıyorum.
Bu haftanın en önemli aktivitesi ikinci düzey ultrasona girmemdi ki buna aynı zamanda detaylı ultrason ya da doppler ultrason da diyorlar. Bende insanlar detaylı ultrason deyince ne demek istediğimi anladıkları için detaylı ultason demeyi tercih ediyorum. Biraz geç kaldım çünkü normal randevum İstanbul'a kırk yılda bir yağan ama epey de olay olan kar zamanına denk gelmişti ve iptal etmek zorunda kalmıştım.
Beni en çok etkileyen oğluma ait küçük bir videoyu CD içinde almak oldu. Onu öyle incelemek ve aslında gerçek halini çok yansıtmasa da şimdiden ailede birilerine benzetmeye çalışmak çok eğlenceli. Mesela burnunu hemen eşime benzettim.

14 Şubat 2012 Salı

Mutluluğun Resminden de Fazlası

Akşam olmuş ve ben hafif yorulmuşum. Yalnız eskisi gibi değil artık, evde yapmam gereken ne varsa kızımla yapıyorum, ayaklarımı uzatıyorum, onunla oyun da oynuyorum ama yeri geliyor o oynarken 3-5 sayfa da olsa kitap okuyorum. Kısaca, kızımla düzenli hayatı kurduk artık, gereksiz koşturmacalar ve yıpranmacalar yok. Yemeklerimiz eğlenceli geçiyor, uyku vakitlerimizde genellikle birlikte uykudayız. Sabah da saat 8 civarı kalkıyoruz ve ben çok geç yatmadıysam bu da sorun olmuyor.
Ne diyordum? Her şeye rağmen yoruluyorum tabi sonuçta evde oyunu, telaşı ve merakı hiç bitmeyen bir çocuk var. TV kavramı da olmayınca anne-kız diz dizeyiz. Bazen sitede gezmeye çıkıyoruz, bazen yakınlardaki AVM'ye gidiyoruz tabi en çok kızım eğleniyor. Malum hamilelikten dolayı, çok esnek ve enerjik değilim. Yürürken bile belli bir hız limitim var.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Nasıl Bir Şeysin Sen Annelik?

Günler öncesinde görmüştüm onun yazısını. Her satırında hıçkırıklara boğulmuştum. Beni böylesi etkileyişinin ve hala da etkisinden çıkamayışımın sebebi sadece benim de bir anne oluşum, benim de onun evladı yaşlarında küçük bir çocuğa sahip oluşum değildi. Beni bu kadar etkileyen, yaşadıklarımdı.

Hani o sadece ama sadece evladını düşünen hali var ya, beni anneliğimden değil evlatlığımdan vurdu. Rahmetli annemin hastalıkla savaştığı günlerde bana gözyaşları içinde, " Ben ölmekten korkmuyorum, korkum sizi dünyada annesiz bırakmak, ben sizinle yaşamak istiyorum" deyişi çınladı kulaklarımda.

Hiç bu kadar sarsılmamıştım ve yaşadıklarımı sanki bir ayna gibi yansıtan, beni böylesi etkileyen birine de rastlamamıştım. Nüks eden bir kanser hastalığının sonucunda o hastanın ve çevresindekilerin etrafında hızla dönen dünyanın nasıl büyük bir sarsıntıyla durduğunu, bunun hem o kişi hem de ailesi için nasıl derin bir acı olduğunu yaşamayan bilemez.

Ah o acil kapısına gidiş yok mu o... Annemin çaresiz bakışlarını ve aslında oradan kurtulmak hatta yok olmak isteyişini gözlerinde okuyuşumu silemem ki hafızamdan. O hastane var ya hani, İstanbul'a Türkiye'nin dört bir yanından akın akın insanların tedavi için geldiği, kimi şanslının yer bulup kiminin aylarca sırada beklemek zorunda kaldığı ünlü üniversite hastanesi... Benim en büyük kâbusum orası oldu annemden sonra. O hastanenin önünden sayılı kez arabayla geçişimde kalbimin hızla çarpışını hiç durduramadım, bir gün yaya olarak kaldırımlarına bassam ki bunu asla yapamam baygınlık geçirmekten korkarım.

9 Şubat 2012 Perşembe

25.Hafta: Hızla İlerliyoruz

Geçen haftaki hastalığım devam edince her ihtimale karşı KBB doktoruna gitmeye karar verdim. İlk kez gittiğim bir doktordu ama şanslıydım çünkü hemen ilaç verme yanlısı bir doktor değildi. Ateşim çıkmadığı sürece doğal yollarla geçirebileceğimi söyledi. Tedbir olarak ilaç yazdı ama tavsiye etmedi, kendi kendine geçebilecek gibi görünüyor dedi. Bense doktorun verdiği rahatlıkla bir süre daha katlanırım dedim ve nitekim şuan çok iyiyim.

Kızıma hamileyken yaşadığım tek olumsuzluk ayak ve bacaklarımın şişmesiydi. Sırf bu yüzden son 2 ay daha büyük bir ayakkabı almıştım. Bu arada yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, ben hamilelik sonrası ayağı büyüyen gruba giriyorum. İlk hamilelikte bir numara büyüyen ayaklarım bu defa da bir numara büyürse koca ayak sınıfındaki yerim tescillenmiş olacak.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Kreş Meselesinin Devamı

Geçenlerde yazmış olduğum buradaki yazı oldukça tepki aldı. Sadece kişisel olan fikirlerimi ve hissettiklerimi paylaştığımdan ötürü bazı anneler tarafından haksızca eleştirildim ama ses etmedim. Çünkü bende bir anneyim ve annelik işin içine girince özellikle bazı konuların ne kadar hassaslaştığını biliyorum. Emzirme, doğum, bakıcı, kreş, çalışma hayatı gibi konular annelerin en hassas konuları ve bu konular konuşulurken birileri ister istemez kırılabiliyor, tepki verebiliyor.

Yazımı okuyan tüm annelerin çocuklarını çok seven ve onları en ince ayrıntısına kadar düşünen anneler olduğundan şüphem yok zaten bir anne için aksi düşünülemez. Yalnız ısrarla gelen, kreşin ismini açıklamam yönünde, eğer bende çocuğumu o kreşe gönderiyorsam korkusuyla başlayan ve hatta beni gaza getirmeye çalışan iletiler de aldım.

7 Şubat 2012 Salı

Mutsuz Olmaya Değmez


Bazen düşünüyorum, insanlar genel olarak mı yaptıkları işlerden dolayı mutsuz yoksa benim karsılaştıklarım mı böyle diye.

Çok yakın çevremde üç kişi var; biri işyerindeki konumundan hiç memnun değil ve kurtulmanın yolunu arıyor. Diğeri, üniversite mezunu ve güzel de bir mesleği var ama o mesleğini hiç sevmiyor ve yapmak istemiyor. Üçüncüsü, üniversitede mühendislik okuyor ama ben nerden geldim bu bölüme, hiç bana göre değil devam etmek istemiyorum ve ben bu üniversiteyi okumak için doğmadım diyerek veryansın ediyor.

Kısaca, işi ya da mesleği ne kadar iyi olursa olsun insanlar mutsuz. Peki soruyorum bende, bu mutsuzluğa değer mi gerçekten? Sadece belli bir etiket ve konum sahibi olabilmek için insanların sevmedikleri, yapmaktan nefret ettikleri işlere yönlendirilmesi ne kadar doğru olabilir.

3 Şubat 2012 Cuma

Anılardan Gelen Yol

Beni ben, seni sen, onu o yapan şey anılardır aslında. Sadece bir fotoğrafta değil üstelik... Bir seste, bir dokunuşta, bir harekette, bir bakışta hatıralar. Böyle bakınca her yer anılarla dolu değil mi?
Anıların bıraktığı izler ne kadar derinse ve hatırlanışı ne kadar tazeyse o kadar içine işlemiştir. Ve hatta o anı beyninde bir öğretiye dönüşmüştür.
Anılarım var, çocukluğuma, gençliğime, anneme ve evladıma dair. Yaşadığım her şeye dair anılarım var, sağanak bir yağmur gibi beni sırılsıklam ıslatan. Dondurucu bir havada buz tutmuş ellerimi ne yaparsam yapayım ısıtmanın bir yolunu bulamayışım gibi ve üşümeye mecbur oluşum gibi onlar. Üşümeye tahammül etmekten başka çare bulamayınca bu durumu kabullenişim gibi.

2 Şubat 2012 Perşembe

Olasılıksız Olan Tek Şey

Olasılıksız, pek bilinen ama benim okumakta epeyce geç kaldığım ve sonrada kendi kendime bunca zaman okumadığım için hayıflandığım kitap. Bir solukta bitince öncelikle yazara hayran kaldım. İnsan nasıl bir donanımla böyle bir kitabı kurgular, bunu yazmış olmak nasıl bir duygudur diye geçirdim içimden.
Çevremde kitabı yarım bıraktığını söyleyenlere şaşkın bakışlar atmış olsam da, bu kitabı sevmek sanırım biraz da bilime aşina olmayı gerektiriyor.
Her şey bitip de şöyle düşünmeye başlayınca, düşüncelerim karşısında dehşete düştüm önce. Hiçbir şey ne olasılıksız ve ne de tesadüf değil. Bu kısacık cümlenin içi o kadar dolu ki.
Hani yolda yürürken çarpıştığımız bir insan, ya da kalabalık diye binmediğimiz bir otobüs, çokça yakınılsa da yolda kalan metrobüs, yağan kar yüzünden ertelenen işler, karda takarım diye arabaya zincir almak için girdiğin benzin istasyonunda oyalanma süren, şimdi her şeyi bırakmış bu yazıyı okuyor olmak... Kısaca tüm bunlar ve günlük rutin içinde yaptığımız her şey bizi ve çevremizdeki her şeyi zincirleme olarak etkileyecek olaylar silsilesi ve hepsinin oluşu binlerce olasılıktan sadece biri.

1 Şubat 2012 Çarşamba

24.Hafta: Hastayım


Kışı hastalıksız olarak geçiriyor olduğumuz için şükürler ediyordum ancak bu böyle gitmedi. Bu hafta önce faranjit sonra da nezle oldum. Normalde faranjit olunca pek antibiyotiksiz atlatamam ama hamile olduğum için doğal yollara başvurmak ilk tercihimdi. Hemen doktora da gitmek istemedim.

Doğal yollar işe yarar gibi oldu, en azından şimdi daha iyiyim. Nurefşan’a hamileyken yine bu şekilde hasta olmuştum ama o zaman ateşte eklenince antibiyotik kullanmak zorunda kalmıştım. Yine de hamilelikte ilaç kullanmamış olmak en güzeli. Yavaşta olsa iyileşiyorum ve ayakta atlatıyorum hastalığımı. Nurefşan bebekken hasta olmak gerçekten çok zordu çünkü annenin hasta olması demek hem anne için hem de bebek için eziyet. Anladım ki kızım büyümüş ve beni çok fazla yıpratmadı ya da ben artık daha güçlüyüm.