31 Mart 2011 Perşembe

Yine uykuya dair

Uyumak istiyorum artık aralıksız uyumak. Bu benim için bir daha asla olmayacak bir hayal mi gerçekten. Dün bunu iki çocuk annesi bir arkadaşıma söylediğimde artık aralıksız uyumanın sadece gerçekleşmeyecek bir hayal olduğunu söyledi bana.
Delianne tamamen kendisine ait tek başına bir gün geçirme şansı elde etmiş ve film festivali yapmış. Ben olsam uyurdum dedim ama uyurdum hakikaten. Ne çok severim ben “iyi uyuma”yı ama. Karnım çok aç olsa ve uykusuzluktan ölüyor olsam, bana bir ziyafet verseler mümkünse uykuyu tercih ederim şuan. İnanılmaz bir keyif olur benim için hem de ne keyif. Hayali bile harika. Kızımdan sonra bir daha hiç eskisi gibi uyuyamadım oysa. 6 saat aralıksız uyuduğum günler bir elin parmaklarını geçmez. Hele son günlerde ki 9 ay sendromu mudur, anneden ayrılık kaygısı mıdır yoksa bebekçe bir isyan mıdır anlayamadığım o nedenden kızım sürekli uykularımı katlederken.
Uykumu almış halde geçirdiğim 1 saat, uykusuz geçirdiğim 3 saatten daha verimlidir benim için. Bu sebepten şu sıra oldukça verimsiz zaman geçirdiğimi hissediyorum. Başımda hafif bir ağrıyla, gözlerimi kırpıştararak dolaşmaktan da nefret ediyorum. Nescafe 3’ü 1 arada en yakın dostum oldu ki beni daha bir beter hale getirdiğini düşünmeye başladım.
Hayatımın bu ç.s. (çocuktan sonra) evresi bünyeme ağır gelmeye başladı. Yine meğer diyeceğim ama meğer gece yatıp sabah çalan saati susturup uyumaya çalışırken ne kadar bencilmişim uyuduğum uykuya, hiç kadir kıymet bilmezmişim meğer. Ah yine çalacak saatle kalksam da bir saat erken kalksam ama kalkacağım saat belli olsa, ben belirlesem, ben kursam o saati.
Hayalim; akşam olmuş ve kızım tam saatinde uyumuş. Bütün işlerimi halletmiş ve bütün keyiflerimi yapmışım. Sonra kendime ılık bir süt hazırlamış ve içip yatmışım. Bir de uyanmışım ki sabah olmuş ve ben bütün gece deliksiz uyumuşum. Evet HAYALim…
Çalan saatle kalkmaya hasret anne; kızının varlığını her saat başı kalkmaya razı olacak kadar da kanıksamış anne. İsyanım yok; şükrüm çok. Kızımı hiçbir şeye değişmem, onunla uykusuz da olsa en uykulu halimle mutluyum tabi ki. Geçmişte yapıp da şimdi yapamadıklarımı özlesem de bugünün bir gününü geçmişin tamamına değişmem.
Annelik = Çelişkili bir durum.

30 Mart 2011 Çarşamba

İçimde bir hüzün

Yine içime huzursuzluk çöktü. Bu sıra okula fazla yüklendim ama çok özlüyorum kızımı. Her gidişimde bana el sallarken bana bir bakışı var ki içim parçalanıyor. Her gelişimdeyse beni bir karşılayışı var yine içim parçalanıyor. Çok coşkulu karşılıyor ve beni gördüğü andan itibaren üzerimdekileri çıkarmama izin vermeyecek kadar yapışıyor bana. Elimi yıkayıp gelene kadar koparıyor kıyameti ve bir süre ayrılmıyor benden.
Her şey iyi güzelde kızıma karşı hissettiğim özlem ve vicdan duygusu yine sardı dört bir yanımı. Onu annesiz bırakıyorum sanki, hatta ondan annesini çalıyorum gibi geliyor. Onun annesiyle olma hakkını alıyorum sanki elinden. Sanki ona büyük bir kötülük yapıyorum ve yine sanki ben kötü bir anneyim.
Onu bana son dönemde bu kadar düşkün yapan, bazı geceler koynumda huzurla uyumasının nedeni bu mu acaba diyorum. Bensiz geçirdiği her saat annesizlik korkusuyla daha bir sarılmasına mı sebep oluyor bana. Her an gideceğimi ve onu bırakacağımı zannettiği için mi korkuyor ya da.
Sürekli onunla evde olunca belli bir süre sonra başımdan dumanlar çıkıyor kimi zaman. Dışarı çıkmak, sosyal hayata karışmak iyi de geliyor aslında. Ama işte bu duygular beni yine yemeye başladı. Kızıma haksızlık yapma duygusu.
Eve geldikten sonra bu duygularla hep dibinde oluyorum, her anımı uyuyana kadar ona adıyorum. Çok ama çok sarılıyorum ve o da bana sımsıkı sarılıyor. Nasıl böyle sarılıyor hissede hissede inanamıyorum. Onu o kadar çok seviyorum ve bunu o kadar derinden hissediyorum ki, kalbim hızla çarpıyor bazen ona sarılırken. Hiç kimse onu benim kadar sevemez ve o da hiç kimsenin onu benim kadar sevemeyeceğinin farkında biliyorum.
Yine karışığım, içimde bir hüzün var.

27 Mart 2011 Pazar

Kızıma neler oluyor

Kızımdaki hızlı değişime adapte olmakta güçlük çekiliyor. Bugüne kadar olmadığı kadar güzellikleriyle bugüne kadar vermediği kadar sıkıntısıyla son günlerde coştu.
Önce iyi şeylerden bahsetmek istiyorum. Profesyonel olarak emeklemekle birlikte, her yere rahatça tutunup ayağa kalkıyor artık. Koltuk kenarlarında sıralıyor hatta tutunduğu şeyler arası geçişler yapıyor. Sanırım annesi gibi erken yürüyecek bu kız. Bir çenesi düştü ki aman Allah’ım, tam bu kız pek ses çıkarmıyor yoksa geç mi konuşacak diye beynime parazit yapmaya başlamıştım ki susmaz oldu. Baba demeye başladı ama şuan bende dahil herkese baba diyorJ Müzik duyunca ileri geri sallanarak oynuyor, kollarını uzatıp beni al hareketi yapıyor, gel kızım deyince hemen geliyor ki o gelişine ölüyorum. El sallayınca el sallıyor, elimi açıp çak kızım diyorum çakıyor. Bir de ikimizin özel bir hareketi var buna da deliriyorum. Ben işaret parmağımı uzatıyorum o da uzatıyor ve işaret parmaklarımız dokununca gülüyor.
Kısaca artık bir yanıyla inanılmaz keyifli hal aldı bebekli hayat. Her an beni mest eden bir varlıkla yaşıyorum.
Veeee işte tüm bu güzelliklerin yanında benim gündüz 3 saat uyuyan, gece 12 saat uyuyan ama uyumayı da seven hatta yatağına koyunca kendi kendine uykuya dalan kızım artık yok. Gündüz uykularına hala inanamıyorum çünkü saat 12’de ve 15’de yatağına yatırıp emziğini verirdim kendi kendine uyurdu. Şimdiyse gün boyunca sadece 20 dk. uyuduğu oluyor. Evet işte 20 dk.L üstelik uyutana kadar akla karayı seçiyorum yatırdığım an hemen kalkıyor ayağa ve uykusu bile olsa yatağında oynamaya başlıyor. Ayağımda sallayıp uyutmuyorum özellikle çünkü buna alışmasından çok korkuyorum. Geceleri de uyusa bile arada mutlaka uyanıyor. İlk uyanmasında emziğini veriyorum hemen uyuyor. İkinci de uyanır uyanmaz gözleri kapalı ayağa kalkıyor ve ben tekrar yatırıyorum uyumaya devam ediyor. Üçüncüsünde gece saat 3-4 civarı oluyor kesinlikle uyumuyor ve mama veriyorum uykuya dalıyor. Bir süre sonra tekrar uyanıyor ve koynuma alıyorum o şekilde uyuyor. Yatağına koyunca tekrar uyanıyor ve ben o uykusuz halimle onu koynuma alıyorum sabahı beraber ediyoruz. Kısaca bu uyku sorunları tam bir rutin halini aldı yani bu kadar düzenli bir uyku problemi var.
Ben mi bunalımdayım artık. Eşim, stres olma takma bu kadar çocuğa yansıyor diyor ama ben özellikle gündüz uyumadıkça deliriyorum. Onun uyumamasına ben dayanamıyorum. Bu durumda da her işi beraber yapıyoruz, bütün ödevleri beraber hazırladık. Tabi o yardım etmekten çok klavyede nasıl bulduğunu hala anlayamadığım tek tuşa basıp bütün sistemi altüst etme kabiliyetine sahip. Ben arasam bulamam onun bulduğu tuşları.

25 Mart 2011 Cuma

Canım Blogum

Meğer ne çok alışmışım bu kadar uzun ayrılınca anladım...
O kadar yoğunumki yazmayı özledim ama yazmam gereken ödevler olduğu için enerjimi buraya harcayamıyorum. Birikiyor herşey hatta birikenler siliniyor zamanla..
Yazacak çok şey var ama yazamayan bir ben var.. Blogumu ve blogcu arkadaşlarımı seviyorum.. Biraz daha işim var sonrasında biriktirdiklerimi dökmeyi diliyorum.
Bu arada kariyer yapan anne gibi kariyer yapan blogcu da zor oluyormuş;)

20 Mart 2011 Pazar

Anneyim ben haksızlık bu

ÜDS’ye girdim bugün ama hayatımın en kabus sınav günüydü. Bugün yaşadıklarım sebebiyle bu haftaki vizelerimi de kaygıyla beklemeye başladım.
Zaten kızım sayesine yüzüm hiç gülmedi İngilizce yeterlik sınavlarında. Kızıma hamile olduğumu öğrendiğim sırada başvurmuştum KPDS’ye. Sınav da sabahları mide bulantısından simit dışında bir şey yiyemediğim döneme denk geldi. Elimde simitimle girmiştim sınava iyi ki o sıra bugünkü gibi yiyecekle girmek yasak değildi yoksa fazla dayanamazdım herhalde. Yine de berbattı son kısmı tamamen bitse de gitsek şeklinde cevaplamıştım ve biran önce kendimi dışarı atmıştım. Herşeye rağmen yeterli bir not almıştım ama sınıra yakındı. Bugünkü ikinci deneyimimse daha farklıydı.
Dün gece her zamanki gibi yattım, sabah sınava girecektim ama bu gecenin tam bir kabus olacağını hiç düşünmemiştim.  Kızım gece 02:00’de ve sabah 05:30’da uyanarak mahvetti beni. Neden bunu bana özellikle sınava gireceğim gece yaptı bilmiyorum ama herhalde minik bebeğimin bana bir kastı olmayacağına göre derdi vardı. İşin en kötü yanı babasını bile istemeyip sadece benim kucağımda sakinleşmesiydi. Mecburen her iki kabusu da süt içirip uyutarak atlattım. Başka çarem de yoktu çünkü uyumaya niyeti yoktu.
Gece yarısı sinirden ağladım ve aslında hiç de boşa ağlamamışım. Sabah uyandığımda eşim de ben de saatten habersiz kalkmamız gerekenden 1 saat sonra o da yine kızım sayesinde uyandık. Ben ümidi kestim tabi sınavdan oysa sonbahara kadar son şansımdı bu benim. Eşim yetişiriz ama 15 dakika içinde çıkarsak dedi. Ben, kızımla, 15 dakikada… hazırlanmam imkansız dedim ama 15 dakika sonra kapıdaydım. Nasıl oldu inanamadım kendime. Kızımı kayınvalideme bırakıp koyulduk yola. Sınava 15 dakika kala yetiştim tabi. Ama halim tek kelimeyle perişandı. Ağzıma bir lokma koymamış, su bile içmemiş, gözleri hala uykulu sefil bir durumda hissediyordum kendimi. Önüme sınav kağıdı gelince anladım ki ben sınavdayım ama o halde soruları yorgun ve esneye esneye nasıl cevapladım o kısmı rüya.
Anneyken kariyer anca bu kadar olur işte. Hani yarın ölmeyeceğimizin garantisi yok ya aynı öyle bir şey. Yarın sınava girebileceğinin hele ki dinç girebileceğinin hiç bir garantisi yok. Çocuğu olmayan çöpsüz üzümlere imrendim bu konuda. Oh istediğin kadar istediğin zaman çalış, istediğin zaman uyu, istediğin zaman kalk. Lüks hatta lüks ötesi bir şey bu anne için. Bekarken hatta evlendikten sonra bile bebeğim yokken derslere, sınavlara yok şöyle çalışamadım, aman ne zor diye yakındığıma bin pişmanım şimdi. Meğer ne rahatmışım o zaman safsataymış benimki.
Çocuklu kariyer çok zor hatta bazen durumu felaketimsi bir hal alıyor. Ama elbette ki iyi ki kızım var şikayetim anne olmak değil, kariyer meraklısı anne olmak. Çok yorgunum ama kızım uyur uyumaz bende uyumak yerine ders çalışmak zorundayım. Zorlu bir hafta beni bekliyor.

18 Mart 2011 Cuma

Yoğun Bakmak

Senai Demirci, severek okuduğum ve severek dinlediğim bir yazar. Nurefşan’dan önce birkaç söyleşisine gitme fırsatı bulduğum ve samimiyetine yürekten inandığım bir insan. Her şeyi, en önemlisi inancı dupduru yaşamak gerektiğine inanırım ben. İçine sahtelik, içine çıkar, menfaat ya da gösteriş katmadan ne olursa olsun yaşamak inancını. İnandığın şey her neyse dupduru yaşamak ki bence her inanç bunu gerektirir ve yine her inanç her şeyden önce saygı gerektirir.

İbrahim Tatlıses; yaptığı müzik tarzım olmasa da hatta ne yalan söyleyeyim tarzından pek hazzetmesem de içimizden biri. Yaşam biçimi beni hiç ilgilendirmese de, “İsteyen istediğini yaşar ve bu hiç kimseyi ilgilendirmez!” prensibinde olsam da, her yaşam bir ibrettir inanırım buna ki buna bende dahilim. En önemlisi o bir insan ve o her şeye rağmen hepimizin tanıdığı biri. Üzüldüm elbette yaşananlara, yine bir an haberi duyunca oturup düşündüm. Hastalıklar, ölümler, saldırılar vs. hayatımızın en gerçek gerçeği ne yazık ki.

İşte bugün Facebook’ta denk geldim Senai Demirci’nin  “İbrahim Tatlıses’in Yoğun Bakım Notları” başlıklı yazısına. Sanki içimden geçenleri anlatmış, madde madde sıralamış, değişik açılarda gezdirmiş kalemini.

“Ünlülerin yaşadığı trajediler, aslında her birimizin trajedisidir. Onların susuşuyla içimizden bir ses çekilir. Onların gidişiyle hatıralarımızdaki görüntüler devrilir. İbrahim ya da bir başkası hatasıyla sevabıyla “bize ait”tir. İçimize kök salmış bir yaşanmışlığın ilmekleridir onlar.” diye başlamış söze.

Bir gerçeğimize değinmiş;

Hiçbir ana evladı “ölü ele geçirildi” haberine konu olacak kadar sıradan değil, hiçbir “Mehmetçik” politik kazançlar arasında eksiltilmesi göze alınacak soğuk rakamlardan ibaret değil. Bari şimdi oradan buradan değil, “anadan” bakalım olaya… Yoğun bakalım.”

Ve işte en gerçeğimize değinmiş;

“Hırslarımızın kurşunları delip geçmesin insafımızı. Şehvetlerimizin ayakları altında paralanmasın şefkatimiz. Çoğaltma tutkusu bizim için biricik ve bi’tanecik olan, asla tekrarlanmayacak şu hayatı yağmalatmasın bize. Gelin can olalım, birbirimize. Can dediğin kuştur ten kafesinde, hemen uçabilir işte.  O eşi benzeri bulunmaz değerdeki can, yırtılabilir, dağılabilir bu incecik tende bulunduğu sürece, yapmamız gerekenleri gözden geçirelim şimdi. Önceliklerimizi yeniden sıralayalım. Kıyametimizi koparalım, sonraya kalanları öne alalım, öne aldıklarımızı sona bırakalım.”

Son olarak yazısını şu cümlelerle bitirmiş;

Erkeklerin o ana yüreğini göğüslerine taşımaları için, göğüslerinde ana yüreği taşıyan kendi analarına, eşlerine, kızlarına , kız kardeşlerine yetişebilmeleri için daha çoook koşmaları gerek. Mesela Derya Tuna’nın “duanızı bekliyor” değil de, “duanızı bekliyoruz” deme inceliğini kimse kadın ve ana olmaktan başka bir şeyle açıklayamaz. Yoğun bakımdaki İbrahim Tatlıses, vefasızlık ettiğimiz, vefasının hakkını veremediğimiz tüm kadınlara bin özür olarak gözümüzün önünde duruyor. Yoğun bakalım İbrahim Tatlıses'e…

Yazının tamamı burada.

16 Mart 2011 Çarşamba

Bu nazar benim nazarım!

(Not: Bu yazı anne-babalar dışında okuyanlara garip gelebilir.)
Kızım kış başında bir hastalık atlattı ama sonrasında hep çok iyiydi. İçimden ayları sayıyordum Mart ayını da atlatırsak bu kışı başarıyla geçirmiş olacağız diyordum. Dile getirmeye korkuyordum, kendime bile söyleyemiyordum ta ki geçen haftaya kadar. Tutamadım işte çenemi, bir konu arasında kayınvalideme maşallah Nurefşan’a bu kışı hastalıksız atlatıyoruz dedim. Demez olaydım..
Günlerden dün sabah; kızım da gece çıkan ateşi dişten diyerek fitille atlattık ama sabah bir ses kısıklığı, hafif öksürük, burun akıntısı ve ateş. Hemen tutuştu eteklerim, eşimi çağırdım doktora gittik. Doktor mevsimsel grip dedi ama daha önceden idrar yolu enfeksiyonu geçmişi olduğu için bir idrar tahlili ve genel bir kan tahlili istedi, bir de şurup verdi. Kan tahlili acılı da olsa tamam da ah o idrar tahlili, torba takılıp çişin beklenmesi.
İşin en kötü tarafı haftaya 2 tane sınavım var ve Pazar günü ÜDS’ye gireceğim yani durumum çok vahim. Dünkü ve bugünkü derslere de sınavdan önceki son dersler olması sebebiyle mutlaka gitmem gerekiyordu üstelik. Neyse dün torba takıldı ve 2 saatlik bekleme sonunda çişten eser yoktu. Emzirme odasına gir-çık, kızın altını aç-kapa bana gına gelmişti. Kızımın genel durumu gayet iyi, ateşi de düşmüş, sebzesini yemiş, uykusuzluktan ölen bir hali vardı. Derse son 1 saat de olsa gitmem gerekiyordu ve bu çiş meselesinden pes edip onu uyumuş vaziyette eve bırakıp gittim okula. Aklım kızımda ama gitmeye mecbur halimle gittim. Zaten o da hem hastalık hem yorgunlukla 2-3 saat uyumuş, geldiğimde yeni uyanmıştı.
Ve dün gece; kızımın ağlamasıyla uyandım bir de baktım ki ateşler içinde. 38.5 ölçtüm ateşini ve biraz düşürmeye çalışıp fitil verdim ama eşimle sabah erkenden gidip idrar tahlilini vermeye karar verdik.
Ve bugün; dersim çok önemli, sınavlarıma çalışamıyorum, kızım hasta. Sabah erkenden gittik doktora ve malum torbayı taktırdık önce. Sonrasında doktora büyük bir panikle kızımın ateşi hep çıkıyor, kan tahlilinde de CRP:25 çıkmış, durum çok vahim şeklinde sızlanınca o da ah siz anneler ne paniksiniz dedi. Ateşin 2-3 gün düşmemesinin normal olduğunu, CRP’nin kimi zaman 100’lerde bile dolaşabildiğini ve çok da yüksek olmadığını, viral bir enfeksiyon geçirdiğini ama idrar yolu enfeksiyonu yoksa antibiyotik yüklemek istemediğini söyledi. Aslında bazı doktorlar gibi hemen antibiyotiği dayayan bir doktorumuz olmadığına seviniyordum ama bir yandan da kızımın ateşlenmesine dayanamıyordum ki bahsettiğim ateş henüz 38.5’in üzerine çıkmadı. Abartıyorum ama anneyim ve alışık değilim ki böyle durumlara. Keşke kendim böyle hasta olsam hiç bu kadar dert etmem.
Başladık çiş beklemeye. Tam 11:00’den 15:00’e kadar bekledik. 1 bardak çay, 1 bardak kahve ve tükenen enerjimle diyetime rağmen hayır diyemeyeceğim bir Pelit pastası. Önce hastane içinde bekledik yok, sonra Cafe’ye indik yok, sonra arabayla turlayıp kızıma öğlen uykusu, sonra yarım pasta. Bütün bunlar esnasında hava sıcak ve kızımın hafif ateşi var o yüzden bacakları zaten açık ve her ortamda en fazla 10 dakikada bir çok basit iki hareketle saniyede bezi açıp torbayı kontrol etme özelliği kazanmış bir anne.
En son hastanenin boş emzirme odasında eşimle beraber çiş yaptırma çalışmalarımızı hatırladıkça gülüyorum. Daha önce bardaktan bardağa su boşaltma hareketi denemiş olup başarısız olan eşim bu sefer musluk başında suyu açmış ve su sesiyle çişin geleceğine inanıyordu. Bense dünyada çiş üzerine bestelenebilecek en harika şarkıları söylüyordum kızıma. Bu şarkıların konusu başka bir konu olsaydı prim yapardı, o kadar başarılıydım yani. İşte tüm bu dışarıdan delirmiş bir çiftin bebeklerine yaptığı işkence şeklinde yorumlanmaya müsait durumda zafer bizim oldu. Zaferle beraber yaşadığımız sevinçse görülmeye değerdi. Bu yazıyı anne-babalar anlar dedim çünkü bir bebeğin yaptığı çişe büyük ikramiye kazanmış gibi sevinme mantığını bir tek onlar bilebilir. Diğerleri durumun psikolojik açıdan değerlendirilmesi gerektiğini bile düşünebilir.
Ve şuan;  kızımın hafif ateşi var ama çok yüksek olmadıkça fitil vermek istemiyorum. İdrar tahlili sonuçlarımıza göre antibiyotikli günler bize görünebilir. Bu arada bugünkü ders kaçtı tabi ve ben hem öğrenci-hem anne olmanın nasıl bir durum olduğunu ilk kez bu kadar derinden hissediyorum.
Allah herkesin bebeğine sağlık versin. En basit hastalık bile bebek olunca çok zor.

15 Mart 2011 Salı

Zayıflama zamanı

Ben hep zayıflar sınıfına dahil olmuşumdur. Genç kızlığım boyunca 36 beden kaldım ve evlendikten sonra da 36-38 arasında oldum. 55 kiloydum kızımdan önce yani dolabımdaki kıyafetlerin bana olduğu zamanlarda. Hamileliğimi 22 kilo alarak, doktorumun bunca kilo alışıma her tartılışta attığı şaşkın bakışlarla tamamladım.
Şu anda 61 kiloymuşum tabi bunu 2 gün önce tartıya çıkınca öğrendim. Genellikle yemek yemeyi unutan ben hamileyken yemek yemeyi öğrendim ve doğumdan sonra da vazgeçemedim bu alışkanlıktan. Hele ki bir abur cubur takıntısı başladı ki mesela çayın yanında olmazsa olmazlar listem bile oluştu zamanla. Yine de 16 kiloyu kolayca verebilmemi genç olduğum için metabolizmamın hızlı çalışmasına bağlıyorum.
Şuanda kilom gayet iyi aslında, çevreden sen böyle iyisin zayıflama nidaları yükseliyor. Ama ben dolabımda çok sevdiğim ve ne yazık ki içine giremediğim kıyafetlerimin içine girmek istiyorum artık. Şuana kadar tartıya çıkıp, yemek ve mutlu olmakla ilgili huzurumu hiç bozmak istemedim ama buraya kadarmış. 55 kiloya inip o kıyafetleri giyeceğim ve kızımdan önce-kızımdan sonra fotoğraflarımın karşılaştırmasında arada kilo yerine sadece olgunluk farkı göreceğim.
Bu hedefe ulaşmak için yapmam gereken bir diyet bile yok aslında biliyorum. Akşamları yediğim yemeği yarıya indirip bir de abur cuburu bıraksam tamamdır. Hele ki bir de odanın köşesinde duran spor aletini yalnızlıktan kurtarırsam kesin olur bu iş. Zaten havalar da güzelleşti biraz daha hareketlensem yeterli. Hedefim Mayıs ayına kadar 6 kilo vermek ve özellikle buraya yazıyorum ki sözümden dönemeyeyimJ
Bana en çok sabah kahvaltılarında yediğim Nutella'lı ekmekten vazgeçmek zor geliyor şimdiden kara kara düşünmeye başladım.


14 Mart 2011 Pazartesi

Kızım bana benden daha deli

Kızımın son zamanlarda bana olan düşkünlüğü hem bazen yorucu oluyor hem de bana inanılmaz bir zevk veriyor. Büyüdükçe tam bir anneci oldu hatta artık yerdeyken bacaklarıma yapışıp kucağıma almam için deliriyor. Yabancı birini gördüğü zaman direk bana, beni sakın bırakma der gibi bakıyor ya da bazen babasına bile gitmek istemeyip kollarıyla bana dönüp daha bir sarılıyor. Bu durum kimi zaman aile içinde “kızını da kendine alıştırdın”, “tam bir anneci oldu”, “bizi hiç tanımıyor”, “bu kız bizi sevmiyor” vs. şeklinde yorumlanıyor olsa da son derece normal bir durum olduğunu biliyorum.
Okuldan geldiğimde çığlıkları basıp kucağıma bir atlayışı var ki inanılmaz. Onu bırakmak zorunda bir anne olarak en büyük şansım kayınvalidem çünkü onu da çok seviyor ve onunla da mutlu oluyor ama tabi beni görmediği zaman. Beni görene kadar her şey yolunda ama ne zamanki gözüne takılıyorum beni kucağına al diye bir hareketlenip kahkaha atıyor ki kayıtsız kalmam imkansız. Ev içinde onu bırakıp mutfağa bile gitsem içimden 10’a kadar sayıyorum ağlama ön seansına başlıyor ve tabi o sırada peşime düşmüşte oluyor. Bazen kapının eşiğine gelip başını uzatmış beni seyrederken yakalıyorum, bazen de evin içinde acaba nereye gitti diye beni ararken. Tüm bu söylediklerim 1-2 dk. içinde olan şeyler tabi.
Bebeklerde bu dönemlerde anneden ayrılma kaygısı başlarmış ve bu durum anne-bebek arasında kurulan duygusal bağın gelişimi için son derece önemliymiş. Kısaca anladığım kadarıyla kızımın bana olan düşkünlüğü aslında onun bana olan güvenini ve sevgisini gösterirmiş. Tam da bu durumda bana da görevler düşüyor tabi mesela onun bana olan güvenini asla sarsmamak gibi ya da benim de ona onun kadar düşkün olmam gibi. Ama zaten ben kızımın delisi olduğuma göre problem yok;)

Ve aşkımızın geldiği son nokta; bu gece kızım yine diş derdiyle çığlık çığlığa uyandı. Kucağıma aldım ama acı çeken kocaman gözlerle bana sarılarak ağlamaya devam etti. Ben onu sakinleştirmeye çalışırken en sonunda sıkı sıkı sarılıp koynuma alıp yatırdım ve yatmamla ağlamasının kesilip uyuması bir oldu. Tabi bende de gözyaşı sel oldu. Bir süre sonra yatağına bıraktım ve tekrar uyanınca aynı metotla yine uyudu. Bu durumda kızımın ağrı kesicisi ilaçlar değil anne koynu oluyor sanırım.

12 Mart 2011 Cumartesi

Süt kızıM

Her ne kadar bazıları süt kardeşliği demode, Anadolu’da bir gelenek, hatta cehalet vs. olarak değerlendirse de ben süt kardeşliğin kutsallığına inananlardanım. İnancım gereği de süt kardeşliğin aynı anneden doğmak kadar gerçek bir kardeşlik meydana getirdiğini biliyorum. Eğer ki bir annenin sütü yoksa ister köyde, ister şehirde, ister uzayda yaşasın bebeği için başka bir annenin sütünü talep etmesi bana çok doğal geliyor.
Benim de süt kızım var, kızımın da bir süt annesi. İlkokul da yediğim içtiğim ayrı gitmeyen biricik dostumla aramıza farklı semtler girmiş ve birbirimizi kaybetmiştik. Ta ki bir gün akşam vakti otobüste giderken ona rastlayana kadar. Yıllar sonra aynı semtin farklı mahallelerinde oturuyor olduğumuzu öğrenmek bize hem bu kadar yakınken uzak kalmanın üzüntüsünü, hem de her şeye rağmen birbirimizi bulmuş olmanın sevincini yaşatmıştı.
Biz 3 ay arayla evlendik ve 23 gün arayla dünyalar güzeli kızlarımıza kavuştuk. Biz hamileliğimiz boyunca her şeyimizi paylaştık ve biz aynı hastanede aynı doktorun yardımıyla doğumumuzu gerçekleştirdik. Yaşadığımız şehrin bir ucunda o bir ucunda ben yaşamamıza rağmen, aramızda kilometrelerce yol olup ulaşımımız saatlerce sürse de birbirimize kavuşmanın bir yolunu hep bulduk. Biz hamileliğimiz boyunca doktor randevularımızı hep aynı güne aldık, bebeklerimiz doğunca onların randevularını da aynı güne aldık ve yine buluşmayı başardık. Bu güzel dostluğumuza, bunca paylaşımımıza kızlarımızı da ekledik ve ben onun kızını o da benim kızımı emzirerek kardeş yaptık onları, aile olduk, akraba olduk. Bir başkası kızlarımızı emzirse kıskançlıktan çatlayacağımızı ama birbirimiz olunca hiç de kıskanmayıp aksine mutlu olduğumuzu itiraf ettik birbirimize. Ben Zehra’mı deli gibi sevip özlerken, o da Nurefşan’ı deli gibi sevip özledi. Her kavuşma öz kızımıza kavuşmaktan farksız bir sevinç oldu bize, kah ağladık hasretten kah sevindik kızlarımızın kazandığı yeni yeni özelliklere, bazen kameralı görüşerek, bazen konuşarak, bazen yazışarak hep şahit olduk kızlarımızın ilklerine.
Benim 2 kızım var ve onun da. İşte bugün de kilometreleri aşıp kavuşma günümüzdü. İşte süt kızım, işte süt kardeşler;
Bu ilk kardeş oldukları gün:) Soldaki süt kızım, sağdaki kızım..

 Bu da bugünkü kavuşmamız:) Sağdaki süt kızım, soldaki kızım..

Dağınıkken iyiyim ben

Sonunda evime bir tanım buldum; bekar evinden hallice…
Yok olmuyor işte deniyorum ama olmuyor. Ben olamıyorum öyle mükemmel ev hanımı. Her gün evini silip süpüren, 15 günde bir camları silen (haftada bir silende vardır mutlaka), haftada bir evde çekilmedik tek bir eşya bırakmadan altlarını temizleyen, koltukları da silip her gün yatak yorgan silkeleyen, avizelerin, prizlerin akla gelmeyecek en alakasız yerlerin tozunu alan, bir toz aldığında kalorifer peteklerinin arasına varana kadar titizlenen, cam kenarları, kapı üstleri, girintileri, çıkıntıları, süpürgelikler, her şeyin dört dörtlük bir düzenle katlanıp konulduğu giysi dolapları, çamaşırlıkta asla biriktirilmeyen kirliler, asılıp kurumasıyla toplanması katlanması ve hatta ütülenmesi bir olan çamaşırlar, kullanılmasıyla gerek elde yıkanarak gerek bulaşık makinesiyle ortadan yok edilmesi  bir olan bulaşıklar hatta bir de bebekli anne için biberonlar, özene bezene ütülenen atletler, çamaşırlar hatta çoraplar ve dahası… bana göre değil. Ben bu olamam imkansız bile değil hadi imkansız biraz zaman alır diyen olur belki.
Yok işte olmuyor ne yapsam ben bu evi pırıl pırıl, derli toplu tutamıyorum. İlla ki dağınık, illa ki hep var bir eksik. Cam silmek zaten mizacıma ters, ince ev işinden de hiç hoşlanmam. Tamam süpürüyoruz o da doğal olarak, bir de 2-3 günde bir siliyoruz o da doğal olarak çünkü “baby at home”, iyi hadi haftada bir toz da alıyorum ama camıydı, kapısıydı, prizin üstüydü altıydı beni sarsar. Bir de duvar silenler vardı onu eklemeyi unutmuşum. Ben o kadar ince işi hem bebek bakıp, hem ders çalışıp, hem yemek ve evin rutin işlerini yapıp, bir de blog yazıp;) nasıl yapabilirim. Benim evim hep misafir geleceği zaman pırıl pırıldır o da son 12 saat içinde yapılan hummalı bir temizleme çalışmasıyla.
Yapabilenlere helal olsun diyorum ama benden öyle bir ev hanımı profili çıkmaz. İyiyim ben böyle hatta dağınıkken daha bir huzurluyum.

11 Mart 2011 Cuma

Diş Mesaisi

Tüm bebeklerin kabusudur diş çıkarmak. Etrafımdaki çoğu bebek annesinden diş sıkıntılarıyla ilgili şeyler duyuyordum. Kızım şuana kadar 5 diş çıkardı ve açıkçası bu konuda konuşmaya bile korktum çünkü oldukça rahat oldu. Dişler bazen farkına bile varmadan geldi ta ki 3 gün öncesine kadar. Herkes ilk dişler çok zor çıkar der ama biz de durum tam tersi. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bizimde rahatlığımızın sonu burasıymış.
Ne yalan söyleyeyim hiç şikayet etmiyorum aksine bugüne kadar ki rahatlığımız için şükrediyorum. Zaten herşey mükemmel olsaydı da sıkıcı olurdu. Biraz da sıkıntı çekelim fazla iyi gidiyorduk. Tek sıkıntımız diş olsun yeter ki hastalık falan olmasın ben her sıkıntıya razıyım.
Son 3 gecedir kızımı 20.30’da yatırıyorum ve güzel güzel uyuyor ta ki 23.00-24.00’e kadar. Gece yarısı ağlaya ağlaya bir uyanıyor durdurabilene aşk olsun. Jel de ağrı kesici de fayda etmiyor, bir gece denedim faydasını görmeyince de hiç ilaç yüklemek istemedim. Yaklaşık 3 saat ağlaya, zırlaya, hoplaya, zıplaya, evin içinde dört döne döne kızımı sakinleştirip uyutmaya çalışıyoruz eşimle. O da sabah erken gittiği halde uyuyamıyor, eşlik ediyor bana bu tatlı çilede. Ne yapsak nafile uyumuyor en sonunda yorgunluktan sızıp kalıyor kucağımda.
Dişler bir an önce çıksın ve kızım normale dönsün artık diye dua etmekten başka çarem yok. Gece yaşanan onca işkenceye rağmen bir de sabahın en erken saatinde kalkıp beni uykumun en tatlı yerinden kazıya kazıya kaldırmasa daha iyi olurdu ama.

9 Mart 2011 Çarşamba

Eşim, Herşeyim

İnsanın evlendiği kişi şansıdır aslında. Bir insanla yaşamaya niyetlenilmiş bir ömür vardır uzun ya da kısa. Evlilik bir hayatı paylaşmak, her anı birlikte yaşamaktır. Birken iki olup, ikiden bire inmektir.
Eş her insanın şansıdır evet ama eğer o kişi şanslıysa. Severek ve tanıyarak evlenmiş bir insan olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki hiç kimse kimseyi evlenmeden tam olarak tanıyamaz. Bilemez işte aynı evin içine girmeden, hatta kimi zaman şaşırır eşinin yeni yeni gördüğü özelliklerine. Bu illa olumsuz manada değildir tabi olumlu da olabilir. Bence evlenmek yeniden tanışmaktır.
Eşim benim şansım. Onunla olduğum her güne şükürle başlayıp, hayatımın en doğru kararını onunla evlenmekle verdiğimi biliyorum. Ben hayatı onunla öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. En büyük acıları, en büyük mutlulukları, en büyük dostlukları, en büyük kalleşlikleri, en büyük sahtekarlıkları beraber gördüm ben onunla. 2,5 yıllık evliliğimize o kadar çok şey sığdırdık ve o kadar çok şeyle sınandık ki belki de ondandır ikiyken bu kadar kolay bir oluşumuz. Ondandır bir bakışın içine bin türlü duyguyu sığdırışımız ve ondandır o bakıştan içimizin en içini bu kadar kolay okuyuşumuz. Ondandır belki de birbirimizden gizlediğimiz en ufak bir şeyin bile olmayışı, kim bilir ondandır çok sevip, çok paylaşıp, çok sınanıp hiç bıkmadan sevgimizi büyütüşümüz.
Seviyorum dünden daha fazla, büyüyorum her geçen gün onunla, olgunlaşıyorum hayata bakışımla, hiç bitmesin istiyorum bu evlilik bu rüya. Onunla ilgili olan her şeye “iyi ki” diyorum “iyi ki”. Ona dair “keşke”lerim yok “iyi ki”lerle doluyum, umutlarla ve aşkla ve tabi ki kızımızla.
Doğum günün kutlu olsun bitanem.

6 Mart 2011 Pazar

Elin ne kadar dolu

Çocuğuna iyi bir anne olabilmek için sadece onun için değil kendin için de bir şeyler yapmalısın. Buna yürekten inanıyorum ve 8 aylık annelik yolculuğumda da bunu tam anlamıyla öğrendim.
Her şeyden önce insan kendine verebildiklerinden öte bir şey veremez etrafına. Ne konuşuyorsan bildiğin kadardır ve aslında ne kadar susuyorsan da bildiğin kadardır. Sende olmayan, bilmediğin, görmediğin, duymadığın, okumadığın bir şey hakkında ne söyleyebilirsin, ne yapabilirsin ve öncelikle ne verebilirsin çevrene ve en önemlisi evladına. Çocuk bir insanın yansımasıdır ve o insanın hayata açılan ne kadar penceresi varsa kendinden sunabileceği şey o pencerelerin çokluğu kadardır. Bir insan kendini ne kadar biriktirirse, o kadar birikir aslında. Verebileceklerinin ölçüsü zaten hep biriktirebildiklerinin oranında değil midir? Sende olmayanı bir başkasında da olsa veremezsin çünkü o senin değildir.
Öğrendim ki; çocuk sahibi olmak hayatına mola vermek değil, yavaşlamak hiç değil aksine yolu daha hızlı alıp katettiğin mesafeleri arttırmakmış. Hayata bakış ufkunun daha bir genişlemesi ve gelmemesi gibi gelmesi de her daim muhtemel olan yarınları güzelleştirmenin gayreti içinde olmakmış. Bütün çalışmaların ona, bütün tecrübelerin ona, bütün mutlulukların ona… kendine yaptığın her iyilikte ona iyilik yapmakmış.
Anne olmak vermektir; hem de büyük bir sevgiyle, hem de büyük bir fedakarlıkla, hem de büyük bir mutlulukla. Anne olmak vermektir; elinde ne varsa doldurduğun kadarıyla.


4 Mart 2011 Cuma

Düzenli bebek iyidir

Bu yazıyı yayınladıktan sonra inşallah düzenimize dair hiçbir şey değişmez çünkü ne zaman kızımla ilgili olumlu şeyler konuşsam hep durum tersine dönüyor. Çoğu anne de böyle söyler ve nazara inanır. Yine de bu konuyu paylaşmam gerektiğine inanıyorum.
Bebek sahibi olduğumdan beri en büyük takıntım bebeğimin kendine ait bir düzeni olmasıydı. Uyku ve yemek saatlerinde belli bir rutini yakalamaya çalıştım hep. Düzeni olan bebeğin daha mutlu, daha sakin ve daha huzurlu olduğuna inanıyorum. En azından kendi kızımda yaşadığım bir tecrübe bu.
Kızımın yemek ve uyku saatleri gündüz ve gece olmak üzere belli bir rutin içinde gidiyor. Kimi zaman yarım saatlik oynamalar olsa da genel kuralı bozmuyor bu durum. Çok sıkıntılı ya da hasta olmadığı sürece durum değişmiyor. Hasta olduktan sonra da tekrar eskiye dönüyor ki bunu da tecrübe ettim. Hiç düzelmeyecek sanmama rağmen hastalığı atlatıp belli bir süre geçince düzenine geri döndü. Akşamları 20:00-20:30 arası yatırıyorum ve derdi yoksa öylece gidiyor sabaha kadar. Gündüz uykuları iki parça halinde belli bir rutinde devam ediyor. Çok şükür ki yaklaşık 8 aylık bir bebeğin uyuması gereken uykuyu uyuyor.
İşte iyi ki böyle yapmışım, iyi ki uğraşmışım ve yakınlarımdan kimileri çok abartıyorsun, biraz rahat bırak vs. demesine rağmen iyi ki ısrarla kızıma bir düzen kurmuşum dedim yine dün akşam. Dün büyük halamızın vefat haberini aldık ve gece saatlerine doğru taziyeye gitmemiz gerekti. 80 yaşın üzerinde olan halamıza tekrar tekrar rahmet diliyorum. Kızım uyuyordu ve kayınvalideme emanet edip gönül rahatlığıyla gittim. Çünkü biliyordum ki normal şartlar altında kızım uyumaya devam edecekti. Gece saat 01:30 gibi döndüm eve ve geldiğimde hiçbir problem yoktu, miniğim uyumaya devam ediyordu.
Düzenli bebek iyidir çünkü hayat kolaylaşır ve anne daha bir rahatlaşır.
Düzenli bebek iyidir çünkü o huzurlu olursa anne daha bir huzurlu olur.
Düzenli bebek iyidir çünkü acil durumlarda bile düzen içinde hareket eder ve kimseyi üzmez.
Maşallah(!)

3 Mart 2011 Perşembe

Sen dursan da olduğun yerde gidiyor hayat…

Sen dursan da olduğun yerde gidiyor hayat…
O yüzden boşuna bekleyip yorma kendini. Öyle ya da böyle geçiyor hayat. “An”a takılıp kalsan da durmayacak zaman ve aslında o “an” çoktan yitip giderken sende yitip gitmiş olacaksın fark etmeden. Üzülme üzülmelerine, acıma acımalarına, ağlama hiç boşun ağlamalarına… Yaşa dibine kadar tamam eyvallah ama durma olduğun yerde. Yürü hatta koş, öyle bir hızla koş ki hayat sana yetişemesin, hayat seni tutamasın ve sen kaçırdığın zamana değil o kaçırdığı sana yansın.

“An”ın sonrasındaki ölümlerin eşiğinde yaşarken hiç sıkma sen tatlı canını. Sen kalsan da gitsen de o “an”ın sonralarında yaşanacaklara hükmedemezsin, elinde olmayan şeyler için üzme kendini hiç. Sen yaşa hem de hızla yaşa, neye inanıyorsan inandığın gibi, neyi savunuyorsan savunduğun gibi, neye kahrediyorsan kahrettiğin gibi yaşa… Yaşa ama her “an”ın sonrasında ölecekmişçesine, evet yaşa ama ölümünden sonra pişman olmayacak kadar diri olsun yaşamın.
Her adımın ölümüne değil dirilişine olsun.

(Not: Şimdilik bloguma giremiyorum sadece kumanda panelimden yazı yazıyorum o da açmayı başarabilirsem, yorumları okuyorum ama bende yorum yazamıyorum. Wordpress'den yazıyorum ama buraya da ekliyorum.)

2 Mart 2011 Çarşamba

Yasaklar...

Aslında sürekli olarak bir şeylerin yasaklandığı bir ülkede yaşayan bir insan olarak çokta tuhaf gelmedi bu durum bana. Öteki berikini çekemeyip kendince aslında çok komikçe yasaklar koyar, gün gelir beriki ötekini çekemeyip yine kendince ama yine komikçe yasaklar koyar. Böyledir işte düzen, biz böyleyiz. Biz diyorum çünkü benim yasakçı olmamam eğer ki bu genel zihniyet için bir anlam ifade edemiyorsa ve yasaklar devam ediyorsa biz kavramının içine hepimiz giriyoruz demektir.
Blogger’da yasaklananlar listesine girdi sonunda. Kimin ne kadar haklı ya da haksız olduğunun hiçbir önemi yok aslında. Orada bloglarına yıllarca emek vermiş bloggerlar var. Orada herkesin emeği, oturup da gözünün nurunu döktüğü yazılar var. Hadi benim gibi günlük gibi tutanları geçtim gerçekten çok önemli ciddi işi olanlar hatta blog yazarlığını bir meslek haline getirmiş insanlar var. Zaten son dönemde blog yazarlığının da artık bir meslek kategorisine girmesiyle ilgili tartışmalar sürmekte. Kısaca “emek” var işte ötesi var mı? Birilerinin yaptığı hatayı milyonlara indirgeyip kurunun yanında yaşta yanar zihniyetiyle gerçekleşen bu yasak emeğe saygısızlık değil de nedir?
Sonuç olarak blogunu taşıyarak kurtarabilen şanslı gruptanım ve mutluyum. Eğer kurtaramasaydım çok üzülürdüm ve şuan kurtaramadığı için üzülen pek çok insan olduğuna eminim. Blog yazarlığında çok yeniyim ama seviyorum ben bu işi.

1 Mart 2011 Salı

Blogum gitti:(

Bloguma giremiyorum tam da yeni arkadaşlar ve sevdiğim yazarlar tanımışken. Ulaşamadıklarım bana http://www.benkizimindelisiyim.wordpress.com/ adresimden ulaşıp yeni blog bilgilerini verirler umarım.
SEVGİLER.

Blogumdan vazgeçemem:(

Herkeste bir blog taşıma telaşı var şuan. Blogspot'un kapatılma telaşı var. Doğrusu herkes gibi bende çok alıştım buraya, şimdi gidip başka bir yere taşınmak, oranın sistemine alışmak, yeni baştan başlamak çok zor. Her ihtimale karşı bende wordpress'e aktardım blogumu ama umuyorum ki ihtiyacım kalmayacak ve burada devam edeceğim yazmaya. Yine de tüm sevdiğim blogcu arkadaşlarım sizde taşının her ihtimale karşı adresleri not edelim inşallah birbirimizi kaybetmeyiz.

http://www.benkizimindelisiyim.wordpress.com/ ama dediğim gibi ihtiyacım kalmamasını diliyorum çünkü şimdiden sevmedim ben orayı.

Çocuk komiktir, komik çocuk

Bu hafta yazımla "Annelerin Dünyası"ndayım.

"Gülmek… hayatın en değerli iki anından biri bence, diğeri ağlamak. Ağlayana kadar güldüğüm anlarla, ağlarken bile güldüğüm anlar en tatlı anlarım. İçinde garip bir duyguyu barındırıyor, hani böyle aşk gibi ama aynı zamanda uçmak gibi, belki de böyle hızla bir şeylerden kaçmak gibi hatta belki saklanmak gibi..."

devamı burada

Bloguma Dokunma

Yasakçılık zihniyetinden yoruldum artık.
Blogspot'un şuan Türkçe içerik barındıran 4 milyondan fazla sayfası var. Fakat  20-30 adet blog kural ihlali yapıyor diyerek 4 milyon sayfa engellenmiş durumda… “

haberin detayı burada.