28 Şubat 2011 Pazartesi

Aman kızım hasta olmasın

Dünden beri hastayım tam bir soğuk algınlığı. Gerçi ben bunu hak ettim şimdi pişmanım daha dikkatli olmadığım için. Çok şiddetli bir durum olmadığı için bol vitaminli meyvelerle bu durumu atlatmaya çalışıyorum.
Şuan en büyük korkum kızım. Bu hastalığın ona da bulaşmasından o kadar çok korkuyorum ki. Ama hep dipdibeyiz aramıza iki metre bile uzaklık girmesi imkansız. Çok fazla kucağıma almamaya çalışıyorum en azından o ortalığı yıkmadıkça şöyle böyle oyalamaya çalışıyorum, kucağımdayken gelen hapşırmaları içimde tutuyorum, öksürmüyorum. Kimi zaman nerdeyse ağzımın içine girecekmiş kadar yaklaşınca nefesimi tutuyorum. Bebek hastalığı gerçekten çok zor bunu 2 ay önce hastanede bile yatması gerekecek kadar derinden yaşadığım için daha da paniğim.
Aynı zamanda yorgun ve hasta halimle kızımla ilgilenmek zorlaşıyor benim için, bir de haftaya kadar hazırlamam gereken önemli bir sunum var ve derse yoğunlaşamayacak kadar bitkinim. En azından kızım bana uzak uykuya yakın olsun diye uğraşıyorum. O da sanki benim bu isteğimi tersine çevirip benimle inatlaşmak için dün akşam her zamanki gibi uyuduktan sonra gece yarısı uyanıp 2 saat ayağa dikti bizi. Üstelik babası ne yaptıysa uyutamadı ve yine elime kaldı küçük hanım. Nedenini hiç çözemedim, üst dişlerde geldi artık. Ev mi? Oldukça dağınık ama zaten olan azıcık enerjimi de kızım aldığı için şuan elimden fazlası gelmez.
Bu arada nane-limondan nefret ediyorum ve hala içmemek için direniyorum.

27 Şubat 2011 Pazar

Kızımla Yolculuk = Kabus

Bu yazıyı kendini sonunda eve atabilmiş olmanın mutluluğu ve aynı zamanda büyük bir yorgunlukla yazıyorum. Bu akşam sevdiğimiz bir dosta yemeğe davetliydik. Gideceğimiz yer Anadolu yakasıydı yani aşılması gereken uzunca bir yol vardı önümüzde lakin kafamızda 1 saatte gideriz şeklinde planladığımız yolu malum İstanbul trafiği sebebiyle 2,5 saatte gidebildik.
Kızım… kızım son zamanlarda inanılmaz değişti yolculuklar konusunda. Arabaya binip koltuğuna yatırdığım an başlıyor ağlamaya. Önce bir şekilde oyuncak vs. verip oyalamayı başarıyoruz ama çok kısa sürüyor bu oyalanma. Mızmız, ağlayan, bunalan ve bunaltan bir varlık haline dönüşüveriyor. Çare bulamadım bir türlü, ağlamak ama nasıl ağlamak yırtıyor ortalığı ve mecburen ara ara kucağıma almak zorunda kaldım. Bu koltukların güvenlik açısından ne kadar önemli olduğunu biliyorum ve kara kara düşünüyorum bu hal ne kadar sürecek diye. Daha yola çıkınca başlıyor huysuzluğa ve yol uzadıkça huysuzluk artıyor artıyor ve annenin kucağında bile başa çıkılmaz bir hal alıyor.
Bu akşamki misafirliğimiz daha varmadan yolda kızımın üstünü başını batırmasıyla zehir olmaya başlamıştı bile. Köprüye az kala sağa çekip kızımın nasıl olduğunu bir türlü anlayamadığım bir şekilde altını ve bununla beraber üstünü başını batırışını temizledim. Arabada iki büklüm ben, bir de onu tamamen soyup yeniden giydirmek hatta üzerinden çıkan kirli kıyafetleri de çöp etmek zorunda kaldım. Bu kısım araba içinde olunca daha bir felaket hal alıyor.
Dönüş yolunda da normalde gece uyku vakti geldiği için yolculuk başlar başlamaz uyuyan kızım son birkaç zamandır uyumaz oldu. Bu gece de aynı şekilde uyumadı ve yolun yarısını tamamen ağlayarak geçirdi. Sanırım kızım arabadan ya da yolculuktan ya da ne olduğunu bilmediğim bir şeyden nefret ediyor artık. Halbuki doğduğu günden beri sürekli arabayla bir yerlere gitmemize rağmen.
ÜzgünümL Çünkü kızımla araba yolculuğu benim için ve onun için tam bir işkence, üzgünüm ben bu şekilde nasıl tatile çıkabilirim, yarım saatlik yolda bile durduramaz olduğum kızım uzun yolda nasıl durur… Gerçekten kara kara düşünüyorum…

24 Şubat 2011 Perşembe

Bin Muhteşem Güneş

Bu sıra o kadar yoğunum ki ve sanırım bundan sonra da böyle devam edecek. Geçenlerde sevgili deli anne yazmıştı Pepela’nın başına gelenleri. Libya'da olanlardan çoğumuzun haberi vardır sanırım. Kızımın süt annesiyle bu duruma çok üzüldük ve sohbet sırasında bu olayın ona “Bin Muhteşem Güneş”i hatırlattığını söyledi bana. Ben bu kitabı okumamıştım ama konuyu anlatınca merak ettim. Zaten bu sıra kitap okumak istiyordum artık yakınıyordum çünkü kızımdan fırsat bulmak benim için oldukça güç oluyor. Onun olmadığı zamanlarda da zaten yapacak iş çok hele artık bir de çalışılması gereken yığınla ders varken. Ertesi gün hemen ki bu 2 gün öncesine tekabül ediyor aldım kitabı. Şuan kitabın yarısına geldim ama aldığıma pişman mıyım ne...
Ya ben aylar sonra böyle bir kitap okumanın vermiş olduğu aşkla ya da kitap oldukça sürükleyici ve heyecanlı olduğundan kitabı elimden bırakamıyorum. Kitaba yapışık yaşıyorum diyebilirim. Kızım ve bana bir de kitap katıldı, 3 yapışık olduk. Tabi arada kitabı kemiren kızımın elinden de kurtarmaya çalışıyorum. 1 dk. bir şey bekleyeceksem bile ayakta da olsam açıyorum kitabı okuyorum hatta bugün derse gelen hocayı bile fark etmemişim, o denli dalmışım yani. Bir an önce bitmesini ve bu durumdan kurtulmayı istiyorum.
Gençken güzeldi, çocuksuzken güzeldi böyle bağımlılıklar. Bazen bir kitap olur ve bitirmeden ruhun huzur bulmaz. Geçen saatlerin farkına bile varmazsın, sanki 2 saat 10 dk. da geçmiş gibi hissedersin, zaman o kadar az gelir ki. Ama anneyken olmuyor çünkü anne moduna çok ağır geliyor bu bağımlılık. Boş vakitlerinde açacaksın, okuyacaksın ama ayracı arasına koyup kapatırken de aklını kitapta bırakmış devam etmeyeceksin hayatına. Anneyken çok zor oluyor böylesi hele bir de kitaptan ayrılamıyorsan. İlk kez okumaktan yorulduğumu hissettim. Bu sadece bana mı böyle oluyor bilmiyorum belki de uzun bir aradan sonra başladığım için ya da belki bebeğim hala çok küçük olduğu için. Bir yandan da bu keyifli okuma işini çok özlediğimi fark ettim. Sanırım fazla kaptırmadan okumayı öğrenmekten başka şansım yok.

22 Şubat 2011 Salı

Efkarlıyım...

Bazen çok ağlayasın oluyor ama ağlamıyorsun ve gözlerinde bir bulutla kalakalıyorsun. Bazen çok acıyorsun, çok özlüyorsun , hem zaten çok seviyorsun ama bir daha… işte bir daha diye bir şeyin artık olmayacağını bildiğin için yanıyorsun. İnsan olmanın en güzel yanı ne diye sorsalardı cevabım, çok mutlu olabilmek ve çok acı çekebilmek olurdu. İnsan olmanın en insan yanı hem gülüp hem ağlayabilmek. Efkarlıyım ama yan odada bir prenses yatıyor ve az sonralarda uyanabilir, acıkabilir, kucağımı isteyebilir… O olmasaydı eğer hadi derdim vuralım kendimizi sahile, yanımızda bir de nargile, önümüzde en demlisinden bir küçük bardak çay… of of hayali bile o kadar güzel ki. Ama sadece hayal çünkü yan odada sadece bana bağımlı bir prenses uyuyor. Ben o doğduktan sonra en acı çektiğim günde bile onun gözlerine bakıp gülmek zorunda kaldım, ben ondan sonra hiç efkarın dibini bulamadım, ben ondan sonra nargile de içemedim ve bu hayalin kıyısından bile geçemedim. Ben ondan sonra yüzümdeki gülümsemeyi hiçbir zaman eksik edemedim.
Ama ne güzel şiirdi o öyle hani Yusuf Hayaloğlu’nun Neylersin şiiri…
Şimdi kulağımda o şiirden bir mısra;
Bize hep acılar kaldı, bize hep yağmur
Unutmasan bile artik unutur gibi yapacaksın
Ve buruşturup buruşturup attığım kağıtlarda
Hiç bitiremediğim bir şiir olarak kalacaksın…
………..

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kavanoz Mama Polemiği

Günümüzde fazla gıda çeşitliliği, sürekli ve zamansız üretim dolayısıyla artık yediğimizi içtiğimizi daha bir sorgular olduk. Özellikle artık meyve ve sebzelerde eski tat, şekil ve kokuyu bulamamanın yanı sıra bir de organik sektörü oluştu. Bir organik ürün tüketicisi olarak kesinlikle hem tat hem koku olarak diğerlerine göre farklı olduğunu söyleyebilirim. Her ne kadar organik ürünler üzerine şaibeler dönse de ve bunun da artık ranta dönüştürüldüğü herkes tarafından fark edilse de ben yine de hadi olsun da kötünün iyisi olsun deyip organik olanı tercih ediyorum. Özellikle GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ‘nun hayatımıza girmesiyle paniğim iki kat arttı. Çünkü insan üzerindeki uzun vadeli etkileri henüz bilinmemekle beraber doğal olmayan ürünler elde edilmesi de tartışma konusu.
Ben bebek mamaları konusunda da oldukça temkinli davranıyorum. Özellikle iki yabancı markanın organik olan ürünlerini tercih ediyorum. Organik olan kavanoz mamalarını da kızıma gönül rahatlığıyla yediriyorum. Çoğunlukla her şeyin en iyisi evde hazırlanandır inancım var ve kendi keyfimce içeriğindeki her şeyi belirlemek de bir avantaj. İçime sinen en sağlıklı ürünlerle hazırlıyorum kızımın yiyeceklerini ama ne hazırlarsam hazırlayım %100 doğal olmadığını da biliyorum. Çünkü artık gıdamız her koldan yapaylıkla sarılmış durumda. En azından bu yazımda bahsettiğim gibi dikkat ediyorum. Bebeğe yönelik hazırlanan kavanoz mamalarının üretiminde “bebek ürünü” olması nedeniyle daha da dikkatli olunduğuna ve özellikle organik olanların daha sağlıklı olduğuna inanıyorum. En azından araştırmalarım sonucu sanıldığı gibi içeriğinde koruyucu ya da katkı maddesi içermediğini ve vakumlama sistemiyle havası tamamen alınarak uzun süreli saklama koşulları oluşturulduğunu biliyorum. Aldığım her ürünü içeriğini inceleyerek gerçekten içime siniyorsa alıyorum. Zaten sadece bir yere giderken hazırlıksızsam ya da çok gerekli durumda sebze püresi ve meyve sevmediği için kimi zaman meyve püresi kavanozlarından veriyorum kızıma. Meyve yerken keyif almayan kızım en azından keşfettiğim bazı kavanoz mama meyvelerini severek yiyor ve bu da benim içime siniyor.
Türkiye son yıllarda bu kadar çok gıda çeşitliliğine kavuştu ve bu kavanoz mamaların piyasaya girişi de çok uzak bir tarih değil anımsadığım kadarıyla. Oysa yurt dışında çok eski tarihlere dayanıyor kavanoz mama varlığı. Özellikle 20 yıl sonra etkisini gösterecek zararlardan vs. bahsedildiğini okudum. Bir ilacın deneysel aşaması için geçmesi gereken ortalama süre bile 10 yıldır. Yakında 50 yıl diye bir şey atacak birileri ortaya bende boşversene 50 yıl daha yaşayım bana yeter diyeceğim artık. Ayrıca yurtdışında yaşayıp şuan 30 yaş civarında olan ve bebekliğini bu kavanoz mamalarla geçirmiş çok sağlıklı kuzenlerim var.
Yani kavanoz mama, hazır mama vs. yiyen bebeklere zehirleniyormuş muamelesi yapılmasından ve  anne sütü alamadığı için hazır mama tüketen bebeklere yine zehirleniyormuş muamelesi yapılmasından çok ama çok sıkıldım. Sanki o bebekler ilerleyen yıllarda çok hasta, çok sağlıksız vs. olacakmış gibi vah vah yapılmasından da sıkıldım. Sadece anne sütüyle beslendiği halde köy şartlarında, temiz hava ve sağlıklı gıdayla beslenip kanser olanı da gördüm, sadece hazır mamayla beslenip son derece sağlıklı olanı da. Ben organik yediririm ya da bu kavanoz mamanın organiğine güvenirim, başka anne organik takıntısı olmadan pazardaki her türlü sebzeyi alıp yedirir ama kavanoz mama yedirmez, bir başka anne sadece ama sadece organik ve ev yapımı yedirir ya da bir başkası tam tersi... Herkes annedir ve anne olan herkes evladı için en iyi olanını düşünür buna eminim. Herkes evladını sağlıklı beslediğine inanır ve kimse al sana zehir veriyorum diye beslemez çocuğunu. Ayrıca kimse kimseye de sen çocuğunu zehirliyorsun, düşüncesiz, kötü anne gözüyle bakamaz ve kimse kimsenin anneliğini de sorgulama hakkına sahip değildir.
Herkes tercihini istediği yönde kullanabilir ama sırf bazı ürünleri karalamak için atıp tutmamalı diye düşünüyorum. Eğer kavanoz mama ya da başka bir şeyle ilgili kesin emin olunan bir bilgi yoksa, en azından içeriğindekilerle ilgili ölümcül olduğuna ya da bebeğin gelecekteki sağlığını tehdit edeceğine yönelik yapılmış bilimsel bir çalışma yoksa ki olsa sanırım piyasada satışa sunulması imkansız olur, isteyen yedirmesin ama şöyleymiş böyleymiş diye de olmadık şeyler söylenmesin. Pazarda bulunan 4x4 lük kış domateslerini, kış kabaklarını, kış salatalıklarını buyrun konuşalım hatta saçlarını bilim yolunda beyazlatmış profesörlerimizin bu konudaki söylemlerine de kulak verelim ama olmayanı oldurmaya uğraşmayalım. Bugün hazır mamayla beslenen çocuklara yarın sağlıksızlıktan ölecekmiş gözüyle bakmaktan vazgeçelim.

Kariyer yapan anne nasıl olur?

Çalışan annenin genelde belli bir işi ve iş yükü vardır. Çalışma saatleri bellidir, düzeni vardır. Çocuğunu bırakmak zorundadır, sabah gider akşam döner. Onun hayatı da çok yorucudur aslında. Eğer şanslıysa çok sevdiği ve keyif aldığı bir işi vardır, belki zorunludur, belki sadece istediği içindir, belki kariyer amaçlı ama bir şekilde o da aklında gün boyu çocuğuyla yaşar.
Peki ya okuyan, üniversitede kariyer yapan anne? Hele ki lisansüstüyse ne yapar. Hazırlaması gereken tonla ödev, sunum, projeyle beraber bitirmesi gereken bir de tez olan anne ne yapar? Hele benim gibi daha dün ay ben nasıl gideceğim, ay ben kızımdan ayrılamam, ay ben azcık bi ders alayım bitiririm işte 5 yılda modundan okula gidip işin içine girdikçe kendini Tübitak projesine asistan olmak için danışmanına yalvarırken bulan kişi ne yapar? Hele bir de blog yazma bağımlılığı kazandıysaJ
Kendimden anlatıyorum bu da çok zor. Yapmam gerekenleri yapmak için kızımın uyumasını beklemekten başka hiçbir şansım yok. Gündüz o uyurken evin düzeni, yemek vs. hallolması gereken işler var zaten. Akşam da ya oturup bir keyif yapmadan bunları yapmak zorundayım ya da o keyfin ardından gecenin derinliklerine uzanan bir çalışma zamanı oluşturmalıyım. Gecenin derinlerine girdikçe sabah kızım sayesine hiç değişmeyen kalkış saatleriyle bir zombi modu kaçınılmaz son oluyor. Dolayısıyla daha şimdiden böyleyken yarın öbür gün çalışan anne gibi hem tüm günümü verip hem de evde ders çalışmaya devam edince nasıl olacak diye düşünmeden edemiyorum.
Yani zor, emeksiz yemek olmaz ama çok emek lazım çok… neyse benim ders çalışmam lazım ama uykum geldiJ

20 Şubat 2011 Pazar

Kitap: Yavru Tavşan

Geçenlerde okul dönüşü dayanamadım girdim ünlü bir kitapçıya. Zaten kitaplar arasında kaybolma sözüm vardı ya onu da gerçekleştirmek istedim. Tabi yine kendimi çocuk kitapları arasında buldum. Kızım için “Yavru Tavşan” dokun ve hisset bebek kitabını aldım.

Kitaptaki hayvan resimleri çok gerçekçi geldi bana. Tavşan, ceylan, yavru ördek, rakun, kirpi ve kuzu var. Tavşan, ördek ve kuzunun kürkü, ceylanın burnu, rakunun üstüne tırmandığı kütük ve kirpinin dikenleri dokunmatik:)) işin esprisi tabi dokununca hissedilecek şekilde özel tasarlanmış. Bir de ufak tanıtıcı cümleler var bu hayvanlarla ilgili. Kızım da, ben de çok sevdik. Ne gariptir ki acayip eğleniyorum bu kitaplara kızımla göz gezdirip ona bir şeyler anlatırken. İçimde sakin bir huzur hissediyorum, onunla beraber bir hayal dünyasına giriyorum sanki. Sevdim ben çok sevdim bu anneliği.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Filistin'de Anne Olmak

Bu akşam eşimle hadi dedik sinemaya gidelim. Kızımı görümceme ve teyzeme emanet ettikten sonra düştük yola. Zaten kızımın uyku saatiydi, yokluğumda uyuyacaktı nitekim öyle de oldu. Bu sıra gündemde olan iki film “Aşk Tesadüfleri Sever” ve “Kurtlar Vadisi Filistin”. Aşk Tesadüfleri Sever’in sonunu öğrendikten sonra bünyemin şu sıra böyle bir sonu kaldıramayacağına emindim. Eşimin de isteği yönünde Kurtlar Vadisi’ne gittik ki yağmurdan kaçarken doluya tutuldum diyebilirim.
Filmdeki yoğun aksiyon ve bol silahlı sahneler pek tarzım olmasa da konu beni etkilemeye yetti. İnsan yanım etkilendi, müslüman yanım etkilendi ama anne yanım işte o bambaşka etkilendi. O an aklıma sadece şu geldi; ben evde yatağında mışıl mışıl uyuduğunu bildiğim kızımda aklımın yarısını bırakmış orada oturuyorken Filistin’li anneler bu duygumu öğrense ne hissederdi acaba? Orada belki sokakta, belki de ev baskınında hatta belki bombalar altında evladını, bebeğini kaybetme ihtimaliyle burun buruna yaşayan anneler düştü aklıma. Nasıl bir duygudur dedim, anlayabilir miyim ben onları? Hayır benim aklım bunu almadı, alamadı. Ben bugün kızımın her şeyi için en detayına kadar titizlenirken, babaannesinde ya da halasında bırakırken aklım hep onda kalırken, uykusuzluğunu kendime dert ederken, sağlıklı beslenme, düzenli uyku, akıllı-zeki iyi yetişmiş çocuk diye tuttururken oradaki annelerin tek derdi evladının canı ve onu koruma duygusudur herhalde. Orada anne çocuğunu her öğün yedirebiliyor mudur acaba ya da yediğinin ne olduğunun çok da önemi var mıdır? Ben çocuğuma şimdiden yığınla oyuncak almışken oradaki annenin çocuğu sokakta silahlar arasında taşlarla oynuyordur dimi?
Filmi izlerken sahneler arasında kucağında bebeğiyle anneler gördükçe bu duygularla yedim bitirdim kendimi.  Anneyim ama Filistin’de değil. Buna hem şükrettim hem kahroldum. Vicdanımda derin bir sızıyla ah dedim ah!!! Eğer ki ben evde kızımın mışıl mışıl uyuduğunu bilip, onun canından, onun güvenliğinden endişe etmeyeceğim bir  vatanda, bağımsız bir bayrak altında, nöbette dimdik Mehmetçiğim ve bir devletim varsa... buna ne kadar şükretsem az. Sızladım çünkü eğer ben böyleyken böyleysem ya Filistin de anne olsaydım?

15 Şubat 2011 Salı

Biz Neden Böyleyiz?

Bu sıra blog okudukça coşuyorum sanırım. Neşelihaller’in yazısı bu sefer de bana biz neden böyleyiz dedirtti. Bazen yorulduğumu hissediyorum hem de fazlasıyla. Bu kadar detaylı ve ince düşünmek aslında tahmin edilemeyecek kadar zor. En azından bana çok zor geliyor. Çoğu zaman fazlasıyla kendimi kasıyorum ve öyle bir an geliyor ki devrelerim yanıyor. Artık yeter! lerdeyim ben bu sıra. Her yediği özel olmalı bir defa, meyvesi-sebzesi özenle seçilmeli hatta mümkünse uygulanacak karışımlardaki vitamin değerleriyle ilgili de en azından özet bir bilgi sahibi olunmalı. Gündüz ve gece yatması gereken saat neyse o saatte yatmalı. Hele ki standardı 1 saatten fazla geçerse saçlar hafif hafif dikleşmeye başlayıp, delirme saatleri başlamalı. Gece yemesin ne olur yemesin diye elinden gelen ardına konulmamalı. Hatta mümkünse elinden gelmeyen de ortaya konmalı. Yediği içtiği miktarlar günlük ortalama değerlerin altına düşerse yine üzgün yüz ve stres yapmalı. Kayınvalidemin yaptığı gibi çoraplar pijamanın içine sokulmamalı hatta o soktukça ısrarla tarafımdan çıkarılmalı. Hayır asla ama asla yastıkla yatmamalı hatta yokluğumda yatırılma ihtimalini %0’a indirmek için evdeki bebek yastığı dolabın en ücra köşesine tıkıştırılmalı. Kucakta su içirilmemeli, böyle bir eylemde bulunulursa şiddetle engellenip oturtulduktan sonra içirilmeli.
Oysa dün tüm bunları bir kenara bırakıp yemeğin suyuna bandığım minicik hatta o kadar minik ki yarım metre öteden gözle görülmesi imkansız olan ekmeği ağzına verdiğimde yüzünde şaşkın ama mutlu bir ifadeyle bunu yiyen ve aynı eylemi üç kere tekrarlayınca o şaşkın ifade gidip daha da daha da diye yüzüme bakan ama benim aaaaa dahası da olmaz artık tarzındaki yaklaşımımla hadi şimdi muhallebi vakti dememle muhallebiyi yüzüme püskürten kızım sanki bana “anne ne olur kendini de beni de yıpratma ne olur yesem ölür müyüm Allah korusun” tavrıyla beni düşünmeye sevk etti.
Sıkıldım hem de fazlasıyla. Tıpkı süt kızımın annesi gibi bende en sonunda kendim için yaptığım şehriyeli tavuk çorbasından 1 tabak yedirip rest çekeceğim bu duruma. Sanki böyle yapsam içimdeki o gıcık kuralcı ve çok bilmiş anneye karşı büyük bir zafer kazanacağım.
Ama şunu da çok iyi biliyorum ki ben bunu asla yap(a)mayacağımJ

Güncelleme: Geçenlerde kızıma kaynatılıp soğutulmamış olan yani direk bizim içtiğimiz sudan içirdiğini gördüğüm ayşe anneciğime verdiğim tepki hala aklımda. Ona sanki kızımı öldürüyormuş gibi davrandığım için pişmanım:)

14 Şubat 2011 Pazartesi

Yapılacaklar Listesi

Slingomom’dan sonra benim de yazasım geldi. Eğer ölmez sağ kalırsam ve yarın bugünden farklı olmazsa yapacaklarım bunlar. Ama hayat bu hiç belli olmaz. Yarına dair büyük hayaller kurmaya bu saatten sonra gerek görmüyorum. Küçük plancıklarımı yazdım en azından yapılabilitesi (Türkçe’yi katlettiğim için özür dilerim) yüksek olanlar:
1.       Kızımdan fırsat bulur bulmaz kuaföre gideceğim.
2.       Bu günlerde önemli bir olayda yardımcı kadın oyuncu rolü oynayacağım.
3.       Dün fazla ders aldım galiba diye yakınırken yarın bir ders daha vermeleri için öğrenci işlerine gidip yalvaracağım.
4.       Büyüyen kızıma yeni kıyafetler alacağım.
5.       Blog işine fena sardımJ mesleğime yönelik bir blog daha hazırlamaya niyetliyim.
6.       En kısa zamanda sinemaya gideceğim ve bir kitapçıya gidip rafların arasında kaybolacağım.
7.       Ne yapıp edip asistanlık alacağım.
8.       Eskisi gibi kitap okumaya en derin haliyle döneceğim.
9.       Etrafımdaki bütün seslere kulağımı tıkayıp kızımı kendi bildiğimden şaşmadan büyütüp, yetiştireceğim.
10.   Çocuklarım kelimesini kullanacağım ve aynı zamanda kariyer de yapacağım.
11.   Hep telefonla arasam arasam deyip de arayamadığım insanları arayacağım.
12.   Geceleri daha erken yatıp, sabahları sürünmeden kalkacağım.
13.   Çok fazla et tükettiğimi fark ettiğim için bu işe bir son verip vejeteryan takılacağım.
14.   Bu yaz gönlümce güzel bir tatil yapacağım.
15.   Biliyorum bu annelik işinde bazen çok gıcık bir anne profili çiziyorum ama sanırım bu gidişle deneyim kazandıkça daha bir gıcık olacağım.

Annelik ortak bir dil

Geçenlerde okulda bir grup arkadaş oturuyoruz. Sadece benimle beraber bir arkadaş daha var evli ve çocuklu, diğerleri bekar. Tabi bizim muhabbet nasıl oluyorsa sürekli çocuklara geliyor hatta ortamın muhabbeti de bu çizgide dönüyor zaman zaman ve diğer arkadaşlarda katılıyor sohbete. Gerçekten bizden sıkılıp sıkılmadıklarını düşündüm. Kendi gençliğimi düşündüğümde (şimdi çok yaşlıyım ya) böyle bir sohbetin içinde feci sıkılırdım herhalde. Yine geçenlerde bir misafirlikte daha yeni tanıştığım bir anneyle de aynı şey oldu. Onun bebeği de 1,5 yaşında ve sohbetimiz hemen çocuklar üzerinden döndü.
Anne olduktan sonra bana bir haller oldu. Özellikle küçük yaşlarda çocuğu olanlara karşı sanki içimde bir muhabbet hissi var. Yani kim olursa olsun, bir markette rastladığım ve hiç tanımadığım biri bile olabilir bu. Korkar oldum çünkü sanki öyle biriyle bile herhangi bir sebeple konuşacak olsak söz çocuklara gelecek diye ki zaten hemen çocukların ayı, yaşı merak edilir.
Annelik halleri bir başka, mesela çocuktan önceki özgürlüğümü özlememe rağmen o duyguları hatırlayamıyorum bazen. Sanki hep vardı kızım ve ben hep anneydim. Bir insanla çok samimi bir sohbete girebilmem için anne olması yeterli. Hatta öyle ki bundan önce tanıyıp hayatımda olanlar müstesna ama bundan sonra özellikle evli ya da çocuklu olmayan biriyle bir dostluk kuramazmışım gibi hissediyorum. Sanki bana ait bir dil var içimde kimsenin bilmediği ve bu dili sadece anne olanlar anlarmış gibi. Zaten muhtemelen anne olmayan ya da yakın zamanda çocuk yapmaya niyeti olmayan birine kızımın kahvaltısından, sebzesinden, uyumamasından, diş derdinden, hop hop hoplayıp zıp zıp zıplamasından bahsetsem bana uzaylı gözüyle bakabilir. En azından bu blogda yazanların çoğu anne olmayan ya da anneliğe niyeti olmayan biri için çok sıkıcı, belki de saçma hatta kardeşim gibi bakanlar için son derece komik olabilir.

Mevlid Kandili

Bugün Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) doğum günü. Böylesi bir peygambere sahip olmanın verdiği huzurla O'nu anlama ve O'nun yaşadığını yaşama duasıyla...
Mevlid Kandilinizi kutluyorum..

12 Şubat 2011 Cumartesi

Kardeş / im

Kardeş bir bütünün parçası gibidir, insanı tamamlayandır kardeş. Eğer küçükse evlat sevgisi gibidir onun sevgisi. Yeri doldurulmaz, yeri değişmez asla. En çok kavga edip, en çok üzüldüğün, en çok üzdüğündür kardeş ama en çok sevdiğindir aynı zamanda. Kardeşi olmayanların hissedemeyeceği kadar çok duyguyu barındırır kardeşlik. İyi ki de kardeşim yok diyenler aslında kardeş sevgisini bilmediklerinden söylerler bunu. Kardeş candır, onun bir yeri acısa senin de yüreğin parçalanır. Onu sen ağlatırsın, sen üzersin belki ama bir başkasının üzmesi, ona zarar gelmesi canından can gitmesine benzer.
Benim de bir kardeşim var. Benden 3,5 yaş küçük erkek kardeşim. İlkokula giderken aynı okuldaydık biz ve o okula başladığında içimi kaplayan nasıl bir koruyuculuk duygusuydu öyle. Sürekli takip eder, ona hiçbir çocuğun zarar vermesine izin vermezdim. Bir defasında ben dersteyken kavga etmiş bir arkadaşıyla, düşmüş ve kafası taşa çarpıp yaralanmış. Müdür yardımcısı beni odasına çağırıp bu haberi verdiğinde içimde hissettiğim acıyı hala bugün o günkü kadar hissederim. Ne çok ağlamıştım, ne çok kahretmiştim o zaman. Keşke ben yaralansaydım da o yaralanmasaydı diye isyan etmiştim. Çok ilginç bir duygudur bu kardeşlik. Hem candan candır hem de kıskançlık barındırır içinde. Aslında içerde durumlar daha bir değişiktir. Mesela okul malzemelerimi saklardım hep vermezdim kardeşime. O da hep iki eşit paya ayrılmış yemekten benim payıma düşeni de afiyetle yerdi beni hiç düşünmeden.  Ama insan hem kıskanıp, hem deli gibi kavga edip, hem de ölesiye sevip yaşar kardeşliği.
Kızımın da bir kardeşi olması çok önemli benim için. Çünkü onun bu karmakarışık ama hiçbir şeye değişilmez kardeşlik duygusunu tatmasını çok istiyorum.
Bugün kardeşimin doğum günü. Onu o kadar çok seviyorum ki, kızımdan farkı yok gözümde. Kızıma verdiğim önemi ona da veriyorum. Kızımla ilgili hissettiğim bütün gelecek kaygılarını onun için de taşıyorum. Onun yapacağı her güzel şey benim göğsümü kabartacak, gurur duyacağım. Onun hep mutlu ama çok mutlu olmasını istiyorum. O benim canım, o beni candan ötem, kıymetlim o benim. O benim emanetim ve her daim dua’m. İyi ki var, iyi ki kardeşim var asla tek çocuk olmak istemezdim. Çünkü o benim tutunacağım dal, o benim arkamı döndüğümde güvenebileceğim can.

7 ay bitti…Büyüyorsun…

Gül güzelim 7 aylıksın artık ve sen büyüdükçe ben daha da bir özlüyorum senin ilk doğduğunda ki o minicik halini. Oysa konuşmanı da yürümeni de hasretle bekliyorum. Bir yandan büyümeni seyretmek, bir yandan yeteneklerinin artmasını istemek, bir yandan da hızla büyüyeceğini ve aslında o beklediğim günlerin çok da uzak olmadığını bilerek bugünler hiç bitmesin demek. Annelik bin türlü karmaşık duygunun bir arada bulunması hatta bu duyguların bütünü galiba.
Gün geçtikçe daha çok anlamaya başladın bir şeyleri. Şimdilerde ben bir şey söylediğimde dikkatle gözlerime bakıp anlarmış gibi dinliyorsun. Aç ağzını bakayım diyorum açıyorsun ve o anda beni mest ediyorsun. Yatağının içinde yanındaki koruyucu minderlerle, cibinliğinle uğraşıyorsun, darmadağın ediyorsun ortalığı. Nasıl o cibinliğe ulaşıp yatağın içinde sarıyorsun kendini, nasıl o minderleri yerinden çıkacak hale getirip altlarına giriyorsun hala anlayamadım hatta kaldırıp kaldırıp parmaklıkların arasından odayı incelemen de cabası.
Oturmaya başladın bu sıralar. Artık desteksiz oturuyorsun ve emekliyorsun. Kendine ait bir emekleme stilin var tabi hafif asker sürünmesine benziyor ama totomuz yukarda tabi. Emeklemen güzelde ben odadan çıkar çıkmaz ağlamakla beraber geldiğimde seni peşimden kapıya kadar gelmiş bulmasam daha bir iyi olacak. Gel sorun değil ama ah o kapının önündeki anten kablosu olmasa, hala bir çözüm üretemedim bu duruma. Zaten oyuncaklarla uzaktan yakından ilgin yok. Mesela bakım çantanı dağıtmak daha bir mutlu ediyor seni ya da laptopu önüne alıp klavyeye pat pat vurmak, tabi bu durumlarda pc kapalı oluyor açık olsa ne olur düşünmek bile istemiyorum. Bu şekilde bizi taklit etmeye çalışıyorsun sanırım. Dergi parçalamak en büyük hobin, özellikle yanına oturup veriyorum eline al parçala kızım diye. O halin çok hoşuma gidiyor, sanki büyük bir iş yapıyormuşsun gibi sevine sevine parçalıyorsun. Geçenlerde eline geçirdiğin bir peçeteyi yerken buldum seni ve çok korktum. Zaten sürekli burun burunayız ama daha dikkatli olmam gerekiyor anlaşılan. Ah bir de şu yeni öğrendiğin ağzına getirdiğim her şeyi büyük bir keyifle itme huyun olmasa da ellerini tutmak zorunda bırakmasan kendini. Refleks mi yaptın bu işi oyun mu, oyunsa bıraksan da yormasan anneyi keşke.
Bir de şu hep bir yerlerde dinlediğim, okuduğum annelerin bebeklerini düşürme maceraları benim de başıma geliyordu az kalsın. Neyse ki havada yakaladım seni ve bir bebeğin saniye bile geçmeden düşme potansiyeli olduğunu bende net olarak öğrenmiş oldum böylece.
Artık beni anladığına kesinlikle eminim. Herhangi bir şeye azıcık bir sesim yükselsin ağlıyorsun hemen. Çok hassassın sende nazlı kızım. Bir de ilk korkun çıktı ortaya. Fırın tepsilerinin çıkardığı sesten felaket korkuyorsun. O nasıl çırpınıp ağlamaydı öyle inanamadım. Üstüme tırmanma çalışmalarına başladın, anne beni al diye ağlamak yerine yanındayken üstüme tırmanıyorsun, hem de ne tırmanma. Bazen bu gücü nerden bulduğuna inanamıyorum.
Peki ya alt değiştirme maceralarımız. Yerinde duramayan, ordan oraya dönen, bol hareketli halinle zor zaptediyorum seni. Aslında çok da eğleniyorum, her halin başka güzel. Gözlerine derin derin bakıp hafifçe gülümsediğimde ağzını kocaman açıp gülmen beni bitirmeye yetiyor.
Kollarını kocaman açıp koşarak bana sıkı sıkı sarılacağın günü hasretle bekliyorum.

11 Şubat 2011 Cuma

Diş=Bebek Huzursuz=Anne Huzursuz

Anladım ki ne yaparsan yap bebeğin sürekli bir düzeni olmuyor. Son hastalığından sonra büyük bir çırpınışla kızıma yine mükemmel bir düzen oluşturmuştum. Uyku saatleri, beslenmesi süper gidiyordu. Ta ki düne kadar…
Üst damak kabarmış, dişler geliyor artık. Bu bir yandan sevindirici ama kızımın sürekli dertli dertli ağlak hali, uykularını saatinde uyumayan, yemeklerini yarım bırakan, muhallebiye isyan bayrağı açan ve en sonunda da dün akşam 11’de uyuduktan sonra bir de gece yarısı uyanıp süt içmeden asla uyumam tavrıyla koca bir biberonu deviren hali beni yıprattı. Gitti güzelim düzen. Yani şimdi her şeye ilk dişlerde olduğu gibi sil baştan başlayacağız anlaşılan.
Etrafımda hem kızımın bu kadar düzenli olması için çırpınışımı eleştirenler var, hem de bu konuda bu kadar özenli olduğum için takdir edenler. Kimin ne düşündüğü pek de beni ilgilendirmiyor da bazen kendimden sıkılıyorum ne yalan söyleyeyim. Bazı şeyler için istikrarlı olmak ve uğraşmak gerekiyor, hele ki bozulan düzeni geri getirmek için. Bunu bir kere yaşadığım için biliyorum yine stresli zamanlar bekliyor beni. Ama sonuçta onun erken yatması ve uykularını tam olarak alması hem onun yararına hem de benim ruh halimin yararına. Akşam güzel güzel erken yatıp uyuyunca kendime ayıracak, dinlenecek, bir şeyler yapacak vaktim oluyor. Öbür türlü saçlarım saatler geçtikçe daha bir dik dik oluyor ve hadi uyusun da artık kafam rahat etsin diyorum. O da zaten bu şekilde pek mutlu olmuyor yani ikimizde daha bir huzursuz daha bir çekilmez oluyoruz kızımla.
Bugünlerde yine çekeceğiz anlaşılan ama bakalım ne zamana kadar. Ah dişler gelin bir an önce gelin de siz de rahat edin biz de.

10 Şubat 2011 Perşembe

Çocuğun mu var...

Anne Cafe’nin yazısından yol aldım ve şöyle bir bakayım ben de neler varmış dedim;
Çocuğun mu var, her an bir yerlerde, evin en olmadık köşesinde  oyuncak, kendinden geçmiş pet şişe, balon, kumanda, terlik, yelek, güzelce yenmiş dergi vs. var.
Çocuğun mu var, paltonun cebinde mendil, peçete mutlaka var.
Çocuğun mu var, derse girdiğinde çantanı kalem aramak için didiklerken eline gelen emzik zincirine bakıp gözlerinin dolması var.

Çocuğun mu var, onunla dışarı çıkarken yanında bir de küçük bir bavul var.
Çocuğun mu var, girdiğin bir restoranda yemeğini nasıl yediğini bile anlamadan apar topar kalkmak var.
Çocuğun mu var, her istediğini her an yapamamak, eskisi gibi bir şeye bende bende diye atlayamadan dizini kırıp oturmak var.
Çocuğun mu var, evde sürekli taze sebze, meyve stoğu ve her daim kaynatılıp soğutulmuş su var.
Çocuğun mu var, nasıl olup da evin daha bir kalabalıklaştığını düşünürken evde ona ait eşyaları sığdıracak yer bulamamak var.
Çocuğun mu var, bazen yapılamayan en temel ihtiyaç, bazen aç kalmak, bazen üzerine ne giydiğini bakmadan hatırlayamamak var.

Çocuğun mu var, hep bir hayalin var; boğaza karşı çay keyfi yapmak ya da nargile, nereye gittiğini hiç düşünmeden yüreğinin götürdüğü yere gitmek, uzun uzun ama upuzun bir yolda saatlerce yürümek mesela Beşiktaş'tan Sarıyer'e, sadece kendini düşünmek vs.

Çocuğun mu var, gitmek isteyip de gidemediğin bir yer, görmek isteyip de göremediğin bir film, okumak isteyip de okuyamadığın bir kitap hep var.
Çocuğun mu var, hep ama hep bir eksiğin var.
Çocuğun mu var, bir çift göze bir anlık bakıp dünyanın bütün dertleriyle vedalaşıp içinde en sıcak mutluluğu ve en derin sevgiyi hissetmek var.
Çocuğun mu var, çok ama çok kutsal bir işin, hiçbir şeyin olmasa da her şeyin var.

9 Şubat 2011 Çarşamba

ÜzüldüM

Yakınlarımdan gelen üzücü haberlerin ağırlığıyla yazıyorum bu yazıyı. Bir çocuğun ölümü ve çok sevdiğim bir akrabamın hastalığıyla sarsıldım yine. Hayat gözümde yitirdiği anlamını daha da bir perçinledi. Anladım ki değmez hiçbirşeye.. öyle ki artık hiçbir şeye sinirlenemez oldum, hiç üzmüyorum kendimi. Trafikte kalmışım, en sevdiğim eşyamı kaybetmişim, o bana bunu söylemiş, şu bunu şurdan şöyle yapmış, gitmiş, gelmiş, gelmemiş, kalmış vs. hiç umurumda değil artık. Hayat her an bir ambulansın arkasında kalp atışların takip edilirken gidebilecek kadar anlamsız küçük şeylere takılmak için. Trafikte bir ambulans çıkınca birileri peşine takılayım da hızlıca gideyim diye sevinirken ben trafiğin en yavaş noktasına geçmek isteyip o an o ambulansa içinde bende olabilirdim diye bakar ve olmadığım için de şükrederim. Önemli olan içine sindiği gibi yaşamak, yaşadıklarından zevk almak, acının bile zevk veren yanını bulmak, önemli olan inandığını dosdoğru yaşamak, yaşadıklarından payına pişmanlık yerine ders almak, bundan sonrasını ona göre yaşamak ve en önemlisi bir hatayı iki kere yapmamak.
Yeryüzündeki çeyrek asırlık ömrümde yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım bana dosdoğru yaşamak için elinden geleni yapmayı ve aslında verdiğin nefesi alamamanın sadece bir saniyeye bağlı olduğunu unutmayarak o çok ama çok değer verilen maddenin ne derece manasız olduğunu öğretti.
Bugün ölecekmiş gibi manasız her şey ama aslında 70 yıl daha yaşayacakmış kadar da anlamlı. İşte bu çizgiyi bilerek aradaki dengeyi tutturmak sanırım yaşamak. Ne ölesiye ne de ebediye. İçimin en derininde hissettiklerim benim bunlar, iyiden iyiye sindirdiklerim.  Yaşadığım tüm tecrübeler sayesinde ben böyleyim bu vakitten sonra. Yaşadım mı dosdoğru yaşayacaksın, en dipte olduğunda en dik duran olacaksın, acının dahi zevkine varıp en acı yanından bile payına düşeni adamakıllı alacaksın, asla pes etmeyip sonuna kadar savaşacaksın ve asla ama asla küçük şeylere takılmayacaksın çünkü hayat çok kısa ve yapacak çok şey var.
Aldığım her nefese bismillah… Verdiğim her nefese elhamdülillah…

7 Şubat 2011 Pazartesi

Ev gibisi yok

Tüm anneler bilir ki bir bebeğe düzen oturtmak çok zordur. Eğer o düzen oturduysa da en ufak bir açıkta bozulmaya müsaittir. Bu ara üst üste akşamları dost-akrabaya misafirliğe gittik. Bebeğimle bugüne kadar gittiğim misafirlik bir elin parmaklarını geçmez.
Kızım evine ve yatağına alışkın bebeklerden. Saati gelse bile mümkün değil uyumuyor dışarıda. Sadece hareket halinde arabada uyuyor ama diğer türlü imkansız. Hep yatağına koyup uyuttuğum için özel bir yöntemimde yok sallama vs. gibi. Bir yere gittiysek ve uyku saati gelip geçmeye başladıysa onun huysuzluğu ve bizim işkencemiz başlıyor. Kayınvalideme sık sık gitmeme rağmen orada bile çok zor uyuyor saati gelince. Sonuç olarak, kızımın düzenini korumak istiyorsam onun uyku saatinde evde olmaktan başka bir şansım yok benim. Aslında böyle alışmış olması kötü ve bu durum düzelir mi hiç bilmiyorum.
Akşam bir yere giderken mutlaka onun saatlerine göre hareket ediyorum.  Uyku saatini çok geçmeden kalkacak şekilde ayarlıyorum her şeyi. Başka türlüsü önce kızıma sonra bana eziyet oluyor. Zaten uzun zamandır gitmediğim bir yerde de sohbet derinleştikçe derinleşiyor ve ne karşı taraf ne de ben bu en tatlı noktada bırakmak istemiyoruz. İşte tam da bu noktada ah eski günler ah diyorum. Dostlarla gece yarılarına kadar oturmalar hayal oldu. Daha doğrusu bizim evde değil ama dışarıda. Zaten yakın çevrem artık bu durumun farkında ve genelde onlar bana geliyorlar.
Aslında hayatını bebeğe adapte edenler ve bebeği hayatına adapte edenler olarak iki grup var. Ben ilk gruptayım çünkü bebeğimin benim ondan önceki hayatıma adaptasyonu imkansız, onun evimizde çok güzel oturmuş bir düzeni var şuan. Bu bir ömür böyle gitmeyecek ya sonuçta, birkaç yıl bu durumu idare edebilirim. Diğer türlü zaten bebeğin huzursuzluğuyla tam bir işkenceye dönen ve yoğun stres altında sosyal hayat daha bir çekilmez oluyor. Ev kuşu olalım ama kızımız huzurlu, biz de huzurlu olalım. İlla ki yapmam gereken bir şey varsa kızımı babaannesine bırakıp işimi halletmek daha mantıklı. Çünkü eşim her defasında  “Annemi çağırıp Nurefşan’ı bırakalım” dediğinde  “Hayır ben bebeğimi bırakmam, ben nereye o oraya” tepkisiyle ufacık bir alışverişe bile çıksam olay dakikalar geçtikçe vahimleşiyor. İkinci gruba da imreniyorum ama... çok görüyorum etrafımda bebeği pustte giyim alışverişi bile yapanları. O bebekler o pusetlerde mutlu mesut duruyor anlaşılan ama yok yani bizimki durmaz, sıkılır, anne ister, kucak ister, etrafta dikkatini çeken şeylere dokunmak ister, hele ki birileri eğilip pusete baksa ağlamak ister, ister de ister...
Bebeğimle gezerim, hava alırım, parka giderim, sahilde yürürüm ama markete gitmem, alışverişe gitmem, akşam misafirliğine gitmem, restorana gitmem. Gitmem yerine gidemem de diyebilirim. Şimdilik bu böyle ve ne kadar sürer bilmiyorum ama son 1 haftadır yaşadığım deneyimlerden sonra ikimiz içinde en iyisinin bu olduğuna kesinlikle eminim.

6 Şubat 2011 Pazar

Cadılar kulübüne bir aday var

Kızım her geçen gün bir başka artık, her hali bambaşka. Bu sıralar dediğini yaptırma çalışmaları var; her istediğini yaptırmak için mutlaka bir yol buluyor. Çığlık, kıyamet, bağrış takılıyoruz artık.
Anne gel beni kucağına al hemen çığlığı var, bu tiz bir ses. Bu oyundan sıkıldım artık var, bu da yüksek bir bağırma sesi ki genelde uzayan bir aaaaaa sesi.  Artık acıkma derdi pek olmuyor çünkü düzenimizi kurduk ama az da olsa olunca ağlamak en büyük çözümümüz. Bir de arabada giderken sıkıldım ben artık sesi var, ana kucağından kalkmak için yapmadığı çılgınlık kalmıyor ve bu özel bir ses, tarifi bile yok. Zaten artık bir süre uzun yola çıkmama kararı verdik çünkü yol giderken olmasa bile dönüşte mutlaka işkence oluyor. Durmuyor ana kucağında ve bazen mecburen kucağıma alıp sakinleştiriyorum. Bir gün iyi ki varsın İstanbul trafiği diyeceğim aklıma gelmezdi ama genelde hep trafik olduğu için kucağıma alma seansları güvenlik açısından daha bir emin oluyor.
Her çığlığında istediğini anında yapmamaya çalışıyorum çünkü demek ki annem ben bu çığlığı atınca istediğimi yapıyor gibi bir algısı olup, isteklerine hep bu yolla ulaşmaya çalışmasın. Gel gör ki pek de dayanabildiğim söylenemez bu duruma. Genelde önce yanına giderek çığlığını kesip sakinleştiriyorum ve sonra istediği şey her neyse yapıyorum. Ama bu da ne kadar doğru bilmiyorum yani içgüdüsel bir çözüm buldum bu duruma. Tek bildiğim o anda ona hiç ilgi göstermeyip sanki yokmuş, duymuyormuşum gibi davranamıyorum çünkü hiç kesmiyor o çığlığı, aksine ses yükseldikçe yükseliyor.
Bu kız büyüdükçe cadılaşıyor ama böyle dünya tatlısı cadıya can kurbanJ

5 Şubat 2011 Cumartesi

Cennet neden annelerin ayakları altında?

Çok düşündüm hem de çok. Anneliği bu kadar farklı kılan, bu denli mühim yapan şey nedir diye. Severek okuduğum bir blog yazarı çokbilmiş annenin “Annelik kutsal mıdır? Bir kadın neden anne olur?” yazısıydı beni bu yazıyı yazmaya sevkeden. Annelik başka bir şey,  her şeyden başka, her şeyin ötesinde ve dünyaca hissedilen bütün duyguların üstünde. Evlat sahibi olmak, bir insanı içinde büyütmek, dünyaya getirmek, yetiştirmek onu, hayatı öğretmek hiçbirşeye benzemeyecek kadar bambaşka. Yılmaz Erdoğan’ın bir şiiri vardı “Sana Bakmak”; her zaman zevkle dinlediğim bir şiir. Anne olmadan önce şiirin sonunda ki “Sana bakmak Allah’a inanmaktır” cümlesi içime öyle bir işlerdi ki bunu hep eşime atfederdim. Ne zaman ki bebeğim oldu ve bir yerlerde bu şiiri tekrar duydum, işte o zaman bu cümle bana bir de yavrumu anlattı. Aslında bugüne kadar bu cümlenin içini tam da dolduramadığımı anne olunca anladım ben. Eş sevgisi başka, anne-baba sevgisi başka, kardeş sevgisi başka ama ah o evlat sevgisi bambaşka. Zaten bundan ötesi de Allah ve peygamber sevgisi olmalı herhalde.
Bir kadın için hayat ikiye ayrılır, hem de en keskin çizgilerle. Hayat hiçbirşeyle bu kadar keskin bölünmez çünkü anne olmak keskin bir geçiştir yaşamın bir başka boyutuna. Annelik büyük bir aşk, büyük bir fedakarlık, büyük bir sorumluluk ve bütün büyüklerin başına “en” getirmekte yerindedir aslında. Anne olduktan sonra artık sen eski sen değilsindir çünkü tüm varlığıyla sana muhtaç bir canlı vardır karşında. Her şeyden önce annenin tenine, annenin kokusuna, annenin canına muhtaç bir bebek. İşte her anne bunun sorumluluğuyla yaşar öncelikle. Anne nasıl olursa olsun hep evladı için yaşıyordu aslında; çalışıyorsa bile onun için çalışıyordur, yaptığı her ne ise ona iyi bir rol model olmaktır amaç. Onun iyi yetişmesi, onun toplum için düzgün bir birey olması için uğraşırken ilk olarak kendinde yaşar bunları anne. Bilir ki örnektir o, evladı onu kopya edecektir ve karakterini annesinin karakteri şekillendirecektir, yaşamını annesi meydana getirecektir. Elbette baba da bu konuda çok önemli bir detay ama anne hep en öndedir.
Bebeğim olduktan sonra, onun nasıl bir birey olmasını arzu ediyorsam ona göre yaşamaya çalışıyorum ben. Anne olmadan önce yapmış olduğum ama evladımda olmasını asla istemediğim bir şeyler varsa yapmıyorum artık onları, tamamlıyorum eksiklerimi. En basitinden kitap okumayı sevmiyor olsaydım, onun için sevdirirdim kendime bu işi. Şuan 7 aylık olmasına rağmen onun yanında her konuştuğum şeye, her kurduğum cümleye dikkat ediyorum mesela. Sağlığıma önem veriyorum, daha dikkatli yaşıyorum hayatı. “An”ı onun için harcıyorum, benim için ( bu mutlaka onun içindir aynı zamanda) gerekli olmayan her boş zamanı onun yanında geçiriyorum. Onun sağlıklı ve en kaliteli şekilde gelişmesi için emek harcıyorum, ona adıyorum zamanı. Üstelik bundan oldukça keyif alıyorum, O’nsuz geçen zamanlarda onu düşünüyorum, ne yapıyordur şimdi diyorum, yemiş midir yemeğini acaba altını kirletmiş midir, iyi midir, mutlu mudur diye detayına kadar düşünüyorum. Bunları iç güdüsel olarak yapıyorum ben aksi imkansız benim için. Aksi olamaz çünkü annelikle hayatım boyut değiştirdi çoktan.
Yeryüzünde hiçbir insan hiçbir insanı bir annenin evladını düşündüğü kadar düşünemez ve bir annenin evladı için kendini düşündüğü kadar da düşünemez. Rahmetli annem hastayken ölmekten değil ama kardeşim ve beni bırakmaktan korktuğunu söylerdi. Bizi bu dünyada onun kadar hiç kimsenin düşünemeyeceğini de… haklıydı. Ben bu dünyada en büyük sevenimi kaybetmişlerdenim o yüzden.
İşte cennet annelerin ayakları altındadır çünkü annelik bir insan için hayatını adamaktır. Annelik kendinden bir başkası için vazgeçmek, canını O’nun için feda edebilecek kadar ama canını O’nun için feda edemeyecek kadar sevmektir.
Biraz fazla genelledim sanırım çünkü evladını hiç de düşünmeyen, sokağa atan, döven hatta öldürebilen annecik(?)ler de var ama benim annelikten anladığım bu, benim annelik anlayışım bu.

3 Şubat 2011 Perşembe

En büyük yardımcım; kayınmeleğim

Bunca zaman boşuna kendimi yıpratmışım anlaşılan. Kayınvalidem kızıma çok ama çok iyi bakıyor ben yokken. Öncelikle kızımın bütün programını anlattım ona ve o da bu programı çok güzel uyguluyor. Üstelik kızım babaannesine bayağı alışık, seviyor ve mutlu oluyor onunla hissediyorum.
Annelik zordur; hem bebek, hem evle ilgilenmek… Şimdi bir de bir ayağım dışarıda olunca evle ilgilenmek iki kat daha zor. Aslında bakarsanız bebekten sonra ev işi yapmak benim için çok zorlaştı hele ki o büyüdükçe sadece o uyuduğu zamanlarda genel bir şeyler yapabiliyorum.
Oldum olası hamarat değilimdir, sevmiyorum ben ev işi yapmayı. Avizelerin üzerindeki tozlara varana kadar ince ince düşünen, her temizlikte prizlerdeki tozları da alan, her gün evini silip süpüren bir kadın olmadım ben hiçbir zaman. Mizacıma ters benim ama hep imrenmişimdir böyle olanlara. Şöyle bir el çabukluğuyla ortalığı toparlarım, pırpır hemen bir toz alırım, hele bebekten sonra evi hergün süpürmeye çalışırım ama her gün silmem, mutfağım elinden geldiğince toplu ama her daim değil yine de hele ki bebekten sonra daha da dağınık biriyim ben. Sağda solda oyuncaklar, kızımın genel ihtiyaç malzemeleri, kitap, peçete, biberon vs. var işte hep bir dağınıklık. Genç kızlığımdan beri hep söylerim dağınıklık içinde düzenim var benim. Çalışma masam hep dağınık olurdu ve toplanmasından nefret ederdim çünkü o dağınıklık içinde aradıklarımı kolayca bulurdum ama toplandı mı 40 saat arardım bir şeyi.
Kısaca genel-geçer bir ev hanımıyımJ literatüre bu da girmeli bence; genel-geçer ev hanımı. İnce işi sevmem, cam silmekten nefret ederim, balkon yıkamaktan daha da nefret ederim, ütü yapmaktan en nefret ederim vs. böyleyim işte, bu kadar oluyorum daha fazlası boğuyor beni bu ev işlerinde. İşte canım kayınvalidem bana her gelişinde benim yapmaktan en nefret ettiğim o işleri yapar hatta fazlasını da. Benim ev işleri konusundaki yaklaşımımı çözmüş ama beni böyle kabullenmiş asla eleştirmeyen, hep yardımcı, tatlı ve akıllı bir kadın. Hele şimdi ben yokken kızıma bakıyor ve o uyurken hiç boş durmuyor. Onun da mizacı böyle, oturamıyor illa bir iş yapacak. Kendisine hep minnettarım ki bana gerçek annelik yapmıştır. Rahmetli annemde, ilk evlendiğim zamanlar evime gelip sen beceremiyorsun, okuyacağım bahanesiyle bir iş öğrenmedin deyip girişirdi işe. Bu konuda bana annemi aratmıyor kayınmeleğim. Çok var mıdır böyle bir kayınvalide bilmiyorum, o yüzden aman aman maşallah diyorum. Ama ben de onun için her koşulda, her ihtiyacı olduğunda elimden geleni değil fazlasını yaparım.

Çekmece karıştırmaca

Kızım hızla büyüyor hem de ne hız. Başarsa ne yaramazlıklar yapacak şimdiden okuyorum gözlerinden. Evdeki en alçak çekmecelerin dibine gidip açma çalışmalarına başladı bile. Hatta geçen gün bir baktım açtı ve yüzüne çarptı çekmeceyi ama ben yanındaydım tabi şiddetli bir çarpma değildi. Yine de artık daha dikkatli olmam lazım. Bir de koltuklara yapışıp elleriyle yukarı yukarı çıkmaya çalışıyor, yakında tutunup kalkmış görürsem şaşırmayacağım.
Çocuğum olmadan önce bebekli hayat kavramına bakışım başkaydı. Çocuklu bir eve gittiğim zaman etrafı karıştıran, sürekli elinde bir şeylerle gezen çocukları pek anlamazdım. Başkalarının evinde çekmece karıştırıp (karıştırtılıp) , yaramazlık yapan (yaptırılan) çocuklardan bahsetmiyorum bence o apayrı bir konu. Bu tamamen kendi evinde, annesinin yanında mutfaktaki çekmecelerden kaşık, kepçe vs. alıp ortalıkta gezme potansiyeli olan çocuklar sınıfı. Hatta annesinin özenle topladığı evi bir anda oyuncaklarıyla savaş alanına çeviren çocuklar. İşte bunlar bana bayağı acayip gelirdi, anlayamazdım o çocuğun bu yoğun karıştırmaca enerjisini hatta ne yalan söyleyeyim hiç de hoşuma gitmezdi bu çocuk tipi. Ama ne zamanki kızım oldu ve ben çocuklu hayatla ilgili yoğun araştırmacı bir ruha dönüştüm anladım ki bu kimi zaman engellenemez bir durum hatta engellenmemesi de gereken. Ev ortamında çocuğun ulaşacağı her şeyi ve her yeri ona göre dizayn edip, onu ev içinde özgür bırakıp kendini yapma, etme, hayır vb. kelimelerden soyutlamakmış aslolan. Kendisine zarar verebileceği şeyleri birer birer yok edip ona en güvenli ortamı yaratmakmış yapılması gereken.
Yavaş yavaş anlıyorum ki aslında kızımın orayı burayı ellemeye çalışması, bir şeylere ulaşma çabası benim çok hoşuma gidiyor. Yarın öbür gün bütün bir çekmeceyi boşaltmış halde görürsem kızmak ne kelime sevincimden öleceğimJ Çekmecelerin içini çoktan kontrol ettim güvenlik açısından ne olur ne olmaz diye. Başkalarının evinde sınırlarını bilen ama kendi evinde özgür bir çocuk yetiştirmek istiyorum.  Evde ilgisini çeken her çekmeceyi beraber boşaltıp, ona tek tek anlatmak istiyorum merak ettiklerini. Önemli olan bu çekmece boşaltma işinin onda bir alışkanlık ve tamamen yaramazlık halini almaması aksine öğrenip, tüm meraklarını giderip, daha sonra da yaramazlık boyutunda olabilecek şeylerden uzak durması sanırım. Bu konuda eğitici bir yaklaşımla olayı tatlıya bağlayabiliriz inşallah.
Bu benim anneliğim ve bu da geçmişte aman ne yaramazlık (?) diye nitelendirdiğim şeylerin anne duygusallığıyla zihnimde yön değiştirmiş boyutu.

1 Şubat 2011 Salı

Günlük Program ( 6 Ay+3 Hafta)

06:00 / 08:00 Kalkış - Kahvaltı (kahvaltılık tahıllı süt-peynir-yumurta-pekmez)
Saat 6 sularında kalkan kızıma önce 200 cc içine kahvaltılık tahıl katılmış sütünü içiriyorum. Sonra bir süre daha uyuyup kalkan kızıma yumurta, peynir ve pekmezini veriyorum. Bazen peynirini az yer bazen yumurtasını ama bir şekilde dengelemeye çalışıyoruz şu sıra.
10:00 meyve suyu
Meyveyle arası hiç iyi değil küçük hanımın. Zaman zaman yoğurduna ya da muhallebisine katıştırıp veriyorum meyvesini ama bazen onu bile reddettiği oluyor. Son çareyi meyve suyunda buldum. Katı meyve sıkacağında sıkılmış meyveleri en azından içimi rahatlatacak miktarda içiyor. Biberon yerine 3 delikli alıştırma bardaklarıyla veriyorum, en azından biberona yavaş yavaş veda etmek umudundayım.
12:00 sebze püresi / çorba – öğle uykusu
Meyveden sonra kızıma sebze hazırlama çalışmalarım başlıyor. Bugüne kadar hiç tarif uygulamadan  gönlüme göre yaptım çorbalarını. Havuç, patates ve pirinçle başlayan maceramız bugün her türlü sebzeye ulaştı. Bazen kereviz, havuç, pırasa ve mercimekle güzel püremsi çorba kıvamında bir yemek hazırlıyorum. Bazen içine az miktar kıyma ya da tavuk atıyorum. Ispanak, patates, havuç, soğanla bir karışım hazırlıyorum bazen, brokoli ve brüksel lahanası da menümüze girdi. Sebzelere bal kabağı katınca da süper oluyor. Şu sıralar et suyuna da geçiş yapıyoruz ama elimden geldiğince her türlü mevsim sebzesinden vitamin almasını sağlıyorum. Her zaman içine çok az zeytinyağı ekliyorum. Ben de yaptığım püremsi çorbalara bayılıyorum hatta tuzlu olsa ben bile yiyebilirim. Kızımın sebzelerle arası iyi en azından bu konuda üzmüyor beni. Sebzeden sonra yatıp 1,5-2 saat sonra kalkıyor. Eğer ki 2 saati geçerse bazen ikindi uykusunu iptal ediyoruz. O zaman akşamüzeri uyumak istiyor ve eğer uyursa gece uykusuna daha geç yatıyor. Erken yatması açısından iptal etmeyi daha uygun buluyorum.
14:00 yoğurt
Yoğurdumu kendim yapıyorum. Bunun için pek tutturma yeteneğim olmadığı için yoğurt makinesi aldım ve kıvamı mükemmel oluyor. Şimdilik sütaş babymix’le mayalıyorum yoğurtları. Her türlü sütü kullanıyorum. Bazen pınar devam sütü, bazen organik süt, bazen keçi sütü, bazen günlük süt çünkü her yerde hepsiyle ilgili bir tavsiye okudum ve bende en iyisi orta yolu bulayım diye hepsinden deneme yaptım. Keçi sütüyle yapılan yoğurdun tadını hiç beğenmedim ama kızım sevdi, o halde bir problem yok.
15:00 120 cc süt/ ikindi uykusu
Yoğurdu bolca yedirebildiğim zaman bu öğün olmuyor aslında. Eğer yoğurdun yetmediğini hissedersem aradan 1 saat geçince süt veriyorum ve bayıla bayıla içiyor.
18:00 muhallebi
Muhallebiye daha yeni yeni başladık. Muhallebilerle aramıza kızıma yaptıkları gazlar girdi. Genelde Milupa kaşık maması kullanıyorum, evde pirinç unuyla yapmak da benim içime sinmiyor. Aslında muhallebi hiç vermeye niyetli değildim ama hem doktorumuz tavsiye etmişti hem de çok kilolu bir bebek değil içime sinmedi gün içinde sadece süt içmesi. Bu ay ki kontrolümüzde doktoruyla yine konuşacağım bu meseleyi.
20:30 200 cc mama ve yatış
En son büyük bir aşkla 200 cc sütü indiriyor mideye kızım, bu sıra içine yeni çıkan Hipp organik bebe bisküvilerinden 1 tane atıyorum hem de sütü Milupa’nın gece için olanlardan kullanıyorum.  Oldukça doyurucu oluyor tahminimce çünkü sabaha kadar acıkmıyor. Yatmadan önce muhallebi asla veremem çünkü çok gaz sıkıntısı çekti bu yüzden, huzurla uyuyamadı kızım.